GENÇ SAYADER üyelerimizden İstanbul Eczacılık Fakültesi öğrencisi
Fatma Şifanur Efe‘nin “Bitkiler ve İlaçlar” başlıklı derleme yazısını istifadenize sunuyoruz. Genç arkadaşlarımızdan benzer deneme yazıları bekliyoruz.
Son yıllarda küresel düzeyde bitkilere ve bitkisel ürünlere artan rağbet, beraberinde medikal ilaçlara olan güveni de azaltmıştır. Daha doğal ve zararsız görülen bitkilerin ilaç haline getirilmeden doğal olarak tüketilmesinin istenmesi ve endüstriyel ürünler olan ilaçlara yan etkileri nedeniyle mesafeli bir tutum sergilenmesi birey ve toplum sağlığı açısından olumsuz sonuçlar doğurabilecek bir yaygınlık kazanmaktadır.
Bu konunun ele alınmasındaki amaç, bitkilerin bilinçsiz kullanımının ilaçlara olan ön yargıdan daha tehlikeli olabileceğini belirtmek ve birbirinden ayrı düşünülmemesi gereken bitkiler ve ilaçların son zamanlarda içinde bulunmuş olduğu rekabet yaklaşımının doğurabileceği zararlı sonuçlara karşı bir farkındalık oluşturmaktır.
Dünya Sağlık Örgütü ilacı; ”Fizyolojik sistemleri veya patolojik (hastalık yapıcı) durumları, kullananın yararına değiştirmek veya incelemek amacı ile kullanılan ürün” şeklinde tanımlar. İlaçlar genel olarak; doğal kaynaklardan ve sentetik olmak üzere iki şekilde elde edilir. Doğal kaynaklara örnek olarak başta bitkiler (rizom, kök, tohum, kabuk) farmakolojik etkiye sahip birçok etkin madde içerirler. Bunların en önemlileri alkaloidler ve glikozitlerdir. Bitkilerde ayrıca enzimler, selüloz, reçine, yağ, esans ve tanen gibi değişik yapıda maddeler bulunmaktadır. Hayvanlar da ilaç üretiminde aktif rol oynamaktadır. Bunların büyük bir kısmını hormonlar, enzimler, serumlar ve organlardan hazırlanan preparatlar oluşturur. Örnek olarak diastaz, lipaz vb. sindirim enzimleri, insülin gibi hormonlar, difteri veya tetanozun tedavisinde kullanılan serumlar ve anemide kullanılan karaciğer ekstresi örnek verilebilir. Bunlara ek olarak mikroorganizmalar da antibiyotikler vb. birçok ilacın üretiminde kullanılır.
Bitkilerden ve hayvanlardan elde edilen birçok ilaç hala geçerliliğini korumaktadır ancak modern tıpta kullanılan ilaçların çoğu II. Dünya Savaşının bitiminden bu yana sentetiktir ve organik kimya, biyoteknoloji gibi alanlarda olan ilerlemelerin ürünüdür.
1900 yılında Alman bilim adamı Paul Ehrlich ideal ilacı “sihirli mermi” olarak tarif etmiştir; bu tip bir ilaç doğrudan hastalık bölgesine ulaşmalı ve sağlıklı dokulara zarar vermemelidir. Yeni ilaçların birçoğu önceki versiyonlardan daha seçici olmalarına rağmen mükemmel ilaç henüz bulunamamıştır. İlaçların çoğu Ehrlich tarafından öngörülen kesinlikten uzaktır. Hastalıklara karşı etki gösterseler bile bazı istenmeyen etkileri de vardır.
İlacın istenmeyen etkilerine ‘advers reaksiyonlar’ adı verilir. İlaçlar etki gösterirken kontrol edilebiliyor olsaydı istenen etki düzeyi otomatik olarak sağlanabilirdi. Örneğin, kan basıncı yüksek olan bir hastada normal kan basıncını veya diyabetik bir hastada normal kan şeker düzeyini sağlayabilirlerdi ama çoğu ilaç spesifik bir
etki düzeyi sağlayamaz bunun yerine ilaçlar çok güçlü etki gösterirler ve yüksek kan basıncı için tedavi gören hastada düşük kan basıncı oluşturur veya diyabetik hastada kan şeker düzeyini çok fazla düşürürler.
İlaç vücutta bir sistemi hedeflediği halde birçok sistemi etkileyebilir. Örneğin antihistaminik ilaçlar alerji semptomlarını (burun tıkanıklığı, sulu gözler ve hapşırma) hafifletir ancak antihistaminik ilaçların çoğu sinir sistemini etkilediğinden, uyku hali, kafa karışıklığı, görme bulanıklığı, ağız kuruması, konstipasyona ve miksiyon zorluğu gibi yan etkilere sebep olabilir.
Belli bir ilacın yan etki veya istenen etkiyi oluşturup oluşturmadığı ilacın ne amaçla alındığına bağlıdır. Örneğin antihistaminik ilaçlar reçetesiz satılan uyku ilaçlarının klasik etkin maddesidir. Bu amaçla alındıklarında uyku hali oluşturma potansiyelleri yan etkiden istenen etkiye dönüşür. İlaçlar kar-zarar oranı gözetilerek hastanın kullanımına sunulmalıdır. Bununla beraber, hasta ve doktor arasında iyi bir iletişimle istenmeyen etkiler azaltılabilir veya önlenebilir.
Teknolojinin de gelişmesiyle tüm dünya genelinde ilaç geliştirme çalışmaları ciddi bir emek ve bütçe ile yürütülmektedir. İlaç geliştirilmesinde esas etkinlik fayda ve güvenilirliktir. Tüm ilaçlar fayda sağladıkları kadar zarar da verebildikleri için güvenilirlik önemlidir. Güvenilirlik aralığı (terapötik aralık) ne kadar geniş olursa -klasik etkili doz ile şiddetli ya da hayatı tehlikeye sokan yan etkiler arasındaki dağılım- ilaç o kadar güvenli olur. İlacın klasik etkili dozu aynı zamanda toksik olduğunda başka güvenli bir alternatif olmadığı zaman ilaç ciddi durumlar dışında kullanılmak istenmez. En iyi ilaçlar hem etkili, hem de güvenli olan ilaçlardır.
İlaç araştırma ve geliştirme ile uğraşan ilaç endüstrisi kuruluşlarında ve ayrıca akademik kuruluşlarda, yeni ilaçlar bulmak için devamlı çalışmalar yapılır. İlaç geliştirmede temel amaç, insanların yaşamında daha iyiye doğru bir değişiklik yapabilmektir. Geliştirilen her ilaç veya aşının kullanımı ile koruyucu, tedavi edici veya hastalığın belirti ve bulgularını azaltıcı bir etkinin elde edilmesi gerekmektedir. İlaç araştırma ve geliştirme süresi 4 ana bölümden oluşur:
- Keşif ve araştırma
- Preklinik çalışmalar
- Klinik çalışmalar
- Onay ve pazar sonrası denetim
Klinik Öncesi (Preklinik) Denemeler: Doğal kaynaklardan elde edilen bir kimyasal molekülün önce uygun deney hayvanları üzerinde denenmesi ile insanlar üzerindeki olası yarar ve zararlarının öngörülmeye çalışılması amaçlanır. Binlerce molekül arasında tarama testleri ile ilaç olmaya aday olan molekül ayrıştırılır ve
sonuçta bu aday moleküllerin farmasötik (ilacın şekli) şekil haline getirilmesi araştırmaları yapılır. Deneyler başlıca tarama ve toksisite testleri olarak sürdürülür Tarama testleri laboratuvar koşullarındaki araştırmalar olarak sürdürülür. Klinik denemeler insan üzerinde kullanılabileceği öngörülen aday ilaç molekülleri çeşitli farmasötik biçimlere getirilerek ve ilgili etik kuruldan izni alınarak gönüllü sağlam ve hasta denekler üzerinde denenir.
Klinik denemeler başlıca dört basamaktaki dönemsel çalışmalar ile gerçekleştirilir. Bunlar: Faz I (birinci dönem), Faz II (ikinci dönem), Faz III (üçüncü dönem) ve Faz IV (dördüncü dönem) çalışmalardır.
Klinik Denemeler Faz I: Bu dönem daha önce sadece deney hayvanında denenmiş ilacın ilk kez insanda denendiği dönemdir. İnceleme genellikle sağlam gönüllü deneklerde ve 10-15 kişilik ufak sayıdaki bir grup üzerinde yapılır.
Klinik Denemeler Faz II: Bu dönemde kısıtlı sayıdaki hastada ilacın terapötik (tedavi edici) ve profilaktik (koruyucu) dozları araştırılır.
Klinik Denemeler Faz III: Bu dönem çok merkezli, olası en fazla hasta üzerinde terapötik etkinliği sağlamak için yapılan çalışma dönemini kapsar.
Klinik Denemeler Faz IV: Bu dönemde ilaç deneme amacıyla verilmez. Sadece hasta için tıbbi bakım gerektiğinden, hastalara rutin olarak kullandırılır. Sonuçlar bakımından ilacın tedavi etkinliği ve yan etkileri izlenir, değerlendirilir
İlaçla ilgili güvenlilik konusu güçlü bilimsel araştırmalarla ortaya konur. Oysa bitkisel ürün/maddelerin güvenliliği konusundaki bilgi ve belgeler bu düzeyde yeterli değildir. Bu konulardaki bilgiler, yapılan araştırmalardan çok, kullanımı sırasındaki deneme yanılmalarla tespit edilir. Dolayısıyla bitkisel ürünlerin zararsız olduğu söylenemez.
Son yıllarda bitkiler söz konusu olduğunda adını sıkça duyduğumuz ‘Fitoterapi’ ise bitkilerin tıbbi etkilerini araştıran, endikasyon ve kontrendikasyonlarını konu edinen uzmanlık alanıdır. Aynı zamanda günümüzde Fitoterapi; Hastalıklardan korunmak veya tedaviyi desteklemek amacı ile tıbbi bitkilerden ve onların etkin bileşiklerini taşıyan kısımlarından (droglardan) veya bir işlem yoluyla elde edilmiş doğal ürünlerden hareketle standardize edilmiş farmasötik formlar (tablet, kapsül, ekstre vb.) kullanılarak uygulanan tedavi şeklidir. Pozitif bilim esasları çerçevesinde yapılan uygulamaları kapsadığından “alternatif tıp” olarak kabul edilemez. Bitkisel ilaçlar akut ve ağır hastalıkların tedavisinde kullanılmaz, daha çok hafif hastalıklarda ve özellikle kronik rahatsızlıklarda kullanılabilir. Destekleyici ve tamamlayıcı bir tedavi yöntemidir.
Fitoterapide sıklıkla kullanılan bitkisel ilaç ve fitoterapötik ürünleri tanımlayacak olursak: Dünya Sağlık Örgütü (WHO) bitkisel ilacı ; “Aktif içerik olarak bitkilerin
toprak altı veya toprak üstü kısımlarını (çiçek, yaprak, meyve, tohum, kabuk, kök) ya da başka bitkisel materyali veya bunların kombinasyonlarını ham halde veya bitkisel preparatlar halinde taşıyan, günümüz ilaç endüstrisi teknolojisinin tüm gerek ve kurallarına uygun olarak hazırlanmış, bitmiş ve etiketlenmiş tıbbi ürünlerdir” şeklinde tanımlar. Fitoterapötikler ise (geleneksel bitkisel tıbbi ürünler); günümüz ilaç teknolojisinin gereklerine uygun hazırlanmış, aktif içerik olarak bitkisel droglar, bitkisel drog preparatları veya bunların kombinasyonunu taşıyan bitmiş tıbbi ürünlerdir. Tıbbi ürün için gerekli 3 temel unsur vardır: Kalite, Etkinlik, Güvenlik.
Bitkisel ürünlerden yardım uman birçok hasta bitkisel ilacını, aktardan aldığı bitkiden ya da bitki parçalarından kendi mutfağında hazırlamakta ve genelde hekime ya da diğer bir uzmana danışmadan kullanmaktadır. Bu noktada temel sorun bu bitkilerin bilinçsizce ve yaygın kullanımının toplum sağlığını tehlikeye atacak pek çok soruna yol açabilmesidir. Bitkisel ürünler doğal olarak algılanır; fakat “doğal olanın her zaman güvenli demek olmadığı” bilgisinin topluma aktarılması gerekmektedir.
Burada bilinmesi ve dikkat edilmesi gereken hususlar ise;
1. Tüm ilaçlar gibi bitkisel ilaçların da yan etkisi olabilir.
Bu konuda verilecek en güzel örneklerden biri; Amerika, Hindistan ve Türkiye’de yetişen Acorus calamus (Eğir, Hazanbel) bitkisi. Ülser ve gastritte, inflamatuar barsak hastalıklarında, gaz sancılarının giderilmesinde, hemoroidde ve daha pek çok hastalıkta kullanılabilen güçlü etkili bir bitkidir. Fakat bitkinin yetiştiği çevre şartlarına bağlı olarak miktarı değişen beta-asaron isimli madde kromozomlar üzerinde tahrip edici etkiye sahiptir. Yani kanserojendir ve bitkinin uzun süreli kullanımı barsaklarda tümör oluşumuna sebebiyet verebilir. Bu şekilde kanserojen etkiye sahip, pek çok bitki örneği bulunmaktadır.
2. Bitkisel ilaçlar kullanılırken kişinin genel sağlık durumu göz önüne alınmalıdır.
Örneğin; zayıflatıcı etkisi ile gündemde olan Cassia senna’nın (sinameki) ; Crohn, apandisit, ülseratif kolit, hemoroid ya da ülser gibi barsak hastalıklarına sahip olan kişilerde kullanımı oldukça sakıncalıdır. Bilinçsizce ve uzun süreli kullanımı ishal, mide ağrısı, şiddetli kramplara neden olur ve ilerleyen süreçte barsak yapısının bozulması ile malabsorbsiyon gibi sorunlar gelişebilir. Ayrıca yapılan klinik çalışmalarda yaşlılarda kullanımının karaciğer toksisitesine neden olabildiği de gösterilmiştir.
3. Bitki-ilaç, bitki-gıda etkileşimi olabilir.
Bitki-ilaç etkileşimlerine bir örnek; depresyona karşı olumlu etkisi ile bilinen Hypericum perforatum (sarı kantaron) bitkisidir. Bu bitkiyi 6 ay ve daha fazla süre
kullanan kişilerde anestezi uygulanması, kalpte ciddi yan etkilere yol açabilir. Planlı bir ameliyattan en az 2 hafta önce kullanımı bırakılmalıdır. Özellikle antidepresan ilaç kullanan kişilerde ise sarı kantaron kullanımı, ‘Serotonin Sendromuna sebep olabilir. Serotonin Sendromu, tremor, diyare ve hipertansiyon şeklinde nispeten hafif seyredebileceği gibi; ağır olgular, rijidite, hipertermi, çoklu organ yetmezliği ve ölümle sonuçlanabilir. Bilinçsiz kullanımında ise Alzheimer hastalarında bunama belirtilerinde artışa ve şizofreni hastalarında psikoza neden olabilir.
4. Bitkisel ilaçlar hekimin bilgisi dâhilinde kullanılmalıdır.
Örneğin; Digitalis lanata (yünlü yüksük otu) bitkisinin yapraklarından elde edilen Digoksin, en sık kullanılan kardiyak pozitif inotropik (kalp kasılmasını artıran) ajanlardandır. Kalp debisinde azalma ile karakterize konjestif kalp yetmezliğinde ve kalp ritmi bozukluklarında (atrial aritmiler) kullanılır. Yüksük otunun uzun süreli kullanımı görsel haleler, sarı-yeşil görme ve mide rahatsızlığı gibi toksisite semptomlarına yol açabilir. Bu durum Digoksin’in tedavi edici dozu ile toksik dozu arasındaki aralığın çok dar olmasından kaynaklanır. Bulantı, kusma, iştahsızlık, halsizlik, ishal, baş ağrısı, görme problemleri, disritmiler, görülebilir. Akut zehirlenmelerde hiperkalemi bulguları da karşımıza çıkabilmektedir.
5. Bitki-ilaç etkileşimleri; additif etki, antagonist etki ve ilacın metabolizasyonu üzerine etki şeklinde görülebilir.
Bu noktada; öncelikle bireylerin sağlık ve hastalık kavramlarına bakışı, hastalıklara karşı tutum ve davranışları, hangi durumlarda ve hangi sağlık kurumlarına başvurdukları bilinmelidir. İkinci aşamada ise konu ile ilgili yanlış inanışların (bitkisel ise iyidir, zararı yoktur vb.) yerini doğru ve güvenilir bilgilerin alması gerekir. Bu aşamada sağlık hizmeti sunan ekip üyeleri birlikte hareket etmeli, toplumun katılımını da sağlamalıdır. Üçüncü ve son aşamada ise bu sürecin tutum ve davranışlara olan etkisi gözlenmelidir. Unutulmamalıdır ki yaygın yanlış uygulamalar yasal – ekonomik – toplumsal olarak desteklenirse ve etkin-sistematik-sürekli eğitimlerle zaman içerisinde değiştirilebilir (Sarisen ve ark. 2005).
Hastalıklarımız için şifayı bitkilerde ararken, konusunda uzman kişilerden tavsiye almak gerekir; aksi halde sağlığımızdan olabiliriz. Örneğin, boğazımız ağrıdığında içtiğimiz adaçayının Anadolu’da yetişen türleri, Avrupa’da yetişen türlerine göre daha az zehirli olduğu için güvenli sayılabilir. Bitkinin toprağı, yetiştiği iklim gibi çevresel şartlar bitki içindeki etkin madde oranları üzerinde etkilidir. Dolayısıyla bilgi sahibi olmayan kimseler tarafından tavsiye edilen, birkaç bitki birden içeren sözde “şifalı” çaylar şifa yerine hastalığa sebep olabilir. Binlerce yıldır geleneksel olarak kullanılan bitkiler; doğru bitki, doğru kişide, doğru şekilde, doğru dozda kullanıldığı takdirde tedavi edicidir.
Özetle; bitkilere olan bilinçsiz güven ilaçlardan daha tehlikeli olabileceği gibi yanlış bilgi hepsinden daha tehlikelidir. Doğru bilgi ancak doğru kaynakla mümkündür. Kaynaklarımızı doğru seçip, işin ehli olan kimselerden aldığımız bilgi ile hareket ettikten sonra bitkilere bilinç ve ilaçlara güven artacaktır. Doğru kaynak, doğru bilgi, sağlık ve afiyetle kalın…
Kaynaklar
1. Asci, A., Baydar, T., Sahin G. (2007), Yaşlılarda Herbal Preparat Kullanımının ve İlaç Etkileşmelerinin Toksikolojik Açıdan Değerlendirilmesi, Türk Geriatri Dergisi, 10, 4, 203-214.2. Basaran, AA., Basaran, N., Bacanlı, M. (2012), Bitkisel İlaç Kullanımının Toksikolojik Sonuçları, Türkiye Klinikleri J Pharm Sci, 1, 2, 83-94.
3. Celik, S., Konkan, R., Erkmen, H., Tabo, A., Erkıran, M. (2007), Bitkisel İlaçlar ve Psikiyatride Kullanımı, Düşünen Adam, 20, 4, 186-195.
4. Cupp, JM. (1999), Herbal Remedies: Adverse Effects and Drug Interactions, Am Fam Physician, 59, 5, 1239-1244.
5. Demirezer, O. (2007), Tedavide Kullanılan Bitkiler, Ankara (Türkiye): MN Medikal & Nobel Tıp Kitapevi, Ankara.
6. Erdem, S., Ata Eren, P. (2009), Tedavi Amacıyla Kullanılan Bitkiler ve Bitkisel Ürünlerin Yan Etkileri, Turk Hij Den Biyol Derg, 66, 3, 133-141.
7. Gezmen, Karadag M., Turkozu, D., Topagac Kapucu, D. (2013), Bitkiler ve İlaç Etkileşimleri, Goztepe Tıp Dergisi, 28, 4, 164-170.
8. İstanbulluoğlu, Çeliker, İlaç-Bitkisel Ürün Etkileşimlerinin Önlenmesinde Eczacının Rolü(2018) FABAD J. Pharm. Sci., 43, 3, 291-305
9. Kalkan, Ş. (2017), Bitkisel Ürünlerle Tedavilerde İlaç Etkileşmeleri, DEÜ Tıp Fakültesi Derg, 31, 1, 4958.
10. Kayaalp, SO. (2005), Rasyonel tedavi yönünden Tıbbi Farmakoloji, Ankara (Türkiye): Hacettepe Taş Kitapçılık, Ankara.
11. Sarisen, O., Caliskan, D. (2005), Fitoterapi:Bitkilerle Tedaviye Dikkat, Sted, 14, 8, 182-187.
12. Schwarz, JT., Cupp, MJ. (2000), St. John’s Wort. Editör. M. J. Cupp. Toxicology and Clinical Pharmacology of Herbal Products’da.. Editör New Jersey (ABD): Humana Press, New York. Bölüm 5.
13. Topluma Yönelik Akılcı İlaç Kullanımı(2013) T.C. Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı, SGK Yayın No: 93 http://www.tki.gov.tr/Dosyalar/Dosya/akilciilackul.pdf
14. http://web.hitit.edu.tr/dersnotlari/gokcemerey_24.02.2016_2N9Y.pdf
Comments are closed.