Genç Sayader

Asistan Hekimlerin Güncel Sorunları

Günümüzde altı yıl süren tıp fakültesi eğitiminin ardından mezun olan hekimlerin önünde; ya tıpta uzmanlık sınavına (TUS) girerek aldıkları puana göre tercih yapıp uzmanlık sürecine yönelmek ya da pratisyen hekim olarak çalışma hayatına devam etmek gibi iki seçenek bulunmaktadır. Hemen hemen her tıp öğrencisi mezuniyet sonrası, sevdiği ve ilgi duyduğu bir alanda daha derin bilgi ve beceri sahibi olmak için uzmanlık eğitimi almayı arzu eder.

Aslında, yüksek mesleki tatmin ve daha spesifik bir alanda çalışma imkânı sunmasının yanı sıra; ek maddi kazanç ve toplumsal statü getirisi de bu tercihte önemli rol oynamaktadır. Birçok tıp fakültesi öğrencisi bu hayalini gerçekleştirmek için altı yıllık eğitimi sırasında normal müfredat eğitimi yanında alt sınıflardan itibaren, çoğu zaman yüksek ücretler de ödeyerek, özel TUS dershanelerinde sınav odaklı ek bir eğitim de alma zorunluluğu gibi, belki de bizim coğrafyaya has, garip bir durumla karşı karşıya kalmaktadır. Yıpratıcı bir yapıya dönüşmüş durumda olan bu yarışa çoğu öğrenci henüz 3. sınıfta iken dahil olmaktadır. Tıp fakültesi öğrencisi 3. sınıftan itibaren temel tıbbi bilgileri sentezleyerek öğrenme, klinik tutum ve becerileri geliştirmekten ziyade ezberci, sınav odaklı bir öğrenim içine itilmektedir.

Son yıllarda tıp fakültesi öğrenci ve mezunları arasında uzmanlık eğitimlerini yurt dışında yapma isteği her geçen gün daha da yaygınlaşmaktadır. Özellikle özlük hak mahrumiyetleri, toplum nezdinde değer erozyonu, maddi kayıplar, zorlu çalışma koşulları ve yıpratıcı TUS süreci dolayısı ile ülkesinde çalışmak istemeyen mezunlar, yabancı dil kursları ve farklı sınav aşamalarını geçerek yurtdışında eğitim ve iş imkânı arayışına yönelmektedir. Bu durum önemli sayıda yetişmiş, üst düzey, nitelikli insan kaynağımızın kaybı anlamına gelmektedir.

Tıp fakültesi mezunu hekimler TUS tan aldıkları puana göre tercih yapmakta ve asistan hekim olarak uzmanlık eğitimine başlamaktadır. Asistan hekim, bir yandan usta-çırak ilişkisi içinde ileri klinik bilgi ve tecrübesi olan hocalarından eğitim alırken bir yandan da sağlık hizmeti sunmaktadır. Hastanelerde her gün artan hasta sayısı, asistan hekimler üzerindeki iş yükünü de eş ölçüde artırmaktadır. Artan iş yükü nedeniyle asistan hekimler daha kısa sürelerde daha fazla hasta muayene etmek zorunda kalmak da, hastaya muayene için yeterli zaman ayrılamamaktadır. Sonuçta; mevcut yakınmaları konusunda yeterli bilgi alınamayan ve tam bir fizik muayeneden geçmeyen hastanın teşhis ve tedavi sürecinde eksiklik ve hatalara zemin hazırlanmış olmaktadır. Fiili durum hasta için sorun oluşturduğu gibi nitelikli eğitim için yeterli zaman oluşturulamadığı, klinik tecrübe aktarımı için ideal şartlar sağlanamadığı için asistan hekimin eğitimi de aksamaktadır. Evrensel “nitelikli eğitim” değeri, tıp hekimi eğitiminde çok daha büyük öneme sahiptir. Çünkü söz konusu tıp eğitimi olduğunda, niteliksiz eğitim; hastalığın devamına, sakatlıklara, hatta ölümlere yol açabilmektedir. Tedavi kararını veren ve uygulayan uzman hekimin, uzmanlık öncesi alacağı eğitimin hayatiyeti tam da bu noktada çok daha iyi anlaşılmaktadır.

Asistan eğitimi verecek kliniklerin eğitici niceliği ve donanım kriterleri Tıpta Uzmanlık Kurulu (TUK) tarafından belirlenmektedir. Kliniklere denetim sonrası “eğitim kliniği” olma hakkı verilmektedir. Çekirdek Eğitim Programı ile ilgili dalda eğitim süreleri, verilecek bilgi ve becerilerin içeriği ve seviyesi, bu süre içerisinde asistan hekimin diğer kliniklere rotasyonları TUK tarafından belirlenmiştir. Eğitici sayısı ve donanım yeterliliği, çekirdek müfredata uygun eğitimin verildiği ve rotasyonların düzenli yapılıp yapılmadığı oluşturulan asistan karneleri üzerinden takip edilmektedir. Asgari şartlar ile oluşturulmuş kriterler söz konusu olmasına rağmen rutin ve kısa aralıklarla denetimler yapılmadığı için eksiklikler tespit edilememektedir. Maalesef bir şikâyet söz konusu olmadığı sürece de kriterlere uygunsuz hale gelen kliniklerde asistan eğitiminin verilmesine devam edilmektedir. Belki daha da önemlisi kâğıt üzerinde asgari kriterler sağlanmış görünse de; eğitici sayısının müfredatta belirtilmiş eğitimleri verme noktasında nitelik ve nicelik açısından düşük kalması, ilgili branş yan dal uzmanlarının bulunmaması, hastane alt yapısının, tıbbi cihaz, alet ve malzeme parkurunun yetersizliği, hasta sayısı ve çeşitliliğindeki farklar ülkedeki hatta aynı şehirdeki benzer klinikler arasında uçurum sayılabilecek eğitim farklarının oluşmasına, eğitimde ulusal bir standardın yakalanmamasına sebep olmaktadır. Bahsedilen eksiklikler dolayısıyla her geçen gün sayıları artan ve klinikten kliniğe kalite farklarının izlendiği, daha düşük nitelikte uzman hekimler yetişmektedir.

Asistan hekimler asistanlık sürecine, seçilen branşa göre farklılık gösterebilen nöbet sayılarıyla başlamaktadır. Birçok eğitim kliniğinde; özellikle cerrahi branşlarda, pediatri veya kardiyoloji gibi yoğun dallarda asistan hekimler ayda 15 nöbet ile göreve başlamakta ve bu nöbetler mesai saatine dahil edilmemektedir. Birçok klinikte asistan hekimler nöbet sonrası izin kullanmamakta; nöbete kaldığı gün 24 saat yoğun çalışma sonrası mental ve fiziksel yorgunlukla mesai saati içinde hasta muayene etmeye, ameliyata girmeye, serviste hizmet vermeye devam etmektedir. “Yataklı Tedavi Kurumları İşletme Yönetmeliğinin 41 inci maddesinin birinci fıkrasının (e) bendinde” “Gece nöbeti tutanlara ertesi gün görev verilmez” hükmü yer almakta ve “Tıpta ve Diş Hekimliğinde Uzmanlık Eğitimi Yönetmeliğinin 11 inci Maddesinin beşinci fıkrasında” “Uzmanlık öğrencilerinin nöbet uygulaması üç günde birden daha sık olmayacak şekilde düzenlenir” hükmü yer almasına rağmen uygulamada inisiyatif daha çok anabilim dalı başkanlarına, eğitim sorumlularına veya hastane yönetimine kalabilmektedir. İnsan fizyolojisiyle uyuşmayan ve ulusal bir standardı da olmayan bu nöbetler karşılığında alınan nöbet ücretlerinin bölümler ve kurumlar arasında çok büyük farklılıklara sahip olması, bir standardın olmaması da diğer bir huzursuzluk kaynağıdır.

Asistan hekimlerin asistanlık süreleri içinde edinmeleri gereken bilgi ve beceri düzeyleri çok net ifade edilmiştir. Ancak asistan hekimler maalesef eğitim verilecek birey kimliklerinden ziyade sağlık hizmetinde ek iş üreten birey kimlikleriyle çok daha fazla ön plana çıkmaktadır. Asistan hekimlerden eğitimleri süresince, tecrübeli uzmanlarından ve hocalarından ortak hasta vizitleri, beraber düzenlenen tedaviler, yapılan girişim ve ameliyatlardan sürekli yeni bilgi ve tecrübeler edinmesi arzu edilirken, pratik uygulamada hasta yönetiminde yalnız kalabilmektedir.

Hasta yönetiminde tek başına karar vermek durumunda kalan asistan hekim, yaptığı bir hata sonucu malpraktis davasında yargılanabilmektedir. Bu korkular özellikle yüksek riskli girişim ve ameliyatların yapıldığı kalp damar cerrahisi, beyin cerrahisi, göğüs cerrahisi, kadın hastalıkları ve doğum gibi ana branşların TUS sınavlarında tercih edilmemesi, bu branşların yüksek başarıya sahip hekimlerin ilgi alanı dışında kalması, bunun yerine daha az yoğun, malpraktis riski düşük, hasta ile daha az iletişim kurulan bölümlerin tercih edilmesi ile sonuçlanmaktadır. Gelecekte sunulacak sağlık hizmeti kalitesi adına bizleri kaygılandıran ve uzun vadede ciddi bir sağlık hizmeti sorunu oluşturacak bu durumun diğer bir sebebi de uzmanlık dalları arasında eşit ve adil olmayan performans puanları dolayısı branşlar arası ciddi maddi kazanç farklarının olmasıdır.

Bütün olumsuzluklara rağmen çok büyük bir özveri ve içtenlikle hastalarına günün her saatinde şifa ulaştırmaya çalışan tüm hekim ve yardımcı sağlık çalışanlarına şiddet uygulanması anlaşılacak, izah edebilecek bir durum değildir. Toplumsal şiddete eğilimin artması, eğitim eksikliği, erdemli davranış örneklerinin yeterince haber değeri taşımaması, taltif edilmemesi, şiddete karşı caydırıcı yaptırımların bulunmaması, sağlık kurumlarında yetersiz güvenlik önlemleri, bireysel hekim hataları sonrası tüm hekimleri töhmet altında tutacak genelleyici kötü söz ve tavırlar sergilenmesi şiddeti körükleyen faktörler arasında sayılabilir.

Pandemi sürecinde niteliği çok farklı bir boyuta verilen aşırı iş yükü, niteliksiz uzmanlık eğitimi, yapılan işin maddi ve manevi karşılığının olmaması ve toplumda her geçen gün artan sağlıkta şiddet haberleri hekimlerde tükenmişlik sendromunu ciddi oranda artmıştır. Mevcut sağlık politikalarının uygulanmasında, iş gücü açısından hekimlerin çok büyük fedakarlıkları ile elde edilmiş, her hekimin takdir ettiği olumlu gelişmelerin popülist politikalar ile; hekimlerin katkıları göz ardı edilerek, salt politika oluşturanların başarısı gibi takdim edilmesi de sağlık hizmeti sunucularında tükenmişliğe katkı sağlamaktadır.

Ülkemiz sağlık hizmetinin önemli oranda yükünü omuzlayan, yarının temel sağlık sunucuları olacak asistan hekimlerin mevcut sorunlarına ilgili kurumların ortak çalışması ile ivedi çözümler oluşturulması sadece insani bir talebin karşılanması olarak değil, ülkenin yakın gelecekteki sağlık hizmeti sunumunun yüksek kalitede ve sürekli kılınması açısından da çok büyük önem taşıdığı unutulmamalıdır.

SAYADER

Sağlık ve Yaşam Derneği