Sağlık ve Yaşam Buluşmaları

Hikmet ve Araştırma – Prof. Dr. Gürkan Öztürk

Sağlık ve Yaşam Derneği’nin düzenlemiş olduğu kahvaltılı programların 9 Aralık 2018 tarihli bölümünde Medipol Üniversitesi Uluslararası Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi ve Rejeneratif ve Restoratif Tıp Araştırmaları Merkezi Müdürü Prof. Dr. Gürkan Öztürk konuğumuzdu.

Bu vesile ile Prof. Öztürk’ün epigenetik, yabancı RNA, mikrobiyota, süt kardeşliği ve kendi çalışmaları ile ilgili açıklamalarının özetini istifadenize sunuyoruz:

HİKMET VE ARAŞTIRMA

“Araştırmalar; inancımızın, Kur’an-ı Kerim’in, hadislerin bazen de örfün bize tavsiye ettiği, gösterdiği, yasakladığı veya emrettiği konuların hikmetlerini anlamamız için bize kapı açıyor. Âletleri, cihazları ve yöntemleri hikmeti aramak için kullanabiliriz. Bazen mesleğimiz icabı yaptığımız işleri ya da inandığımız şeyleri Peygamber’in tavsiye ettiği hususların ne anlama geldiğini açıklamak için kullanmak üzerimize vazifedir diye düşünüyorum.

EPİGENETİK

Hepimiz annemizden ve babamızdan aldığımız yarı genetik bilgiyi birleştirerek bütün oluruz. Mendel genetiği, klasik anlamda kalıtımı anlatır. Genetiğe göre, hayat tecrübeleri kalıtsal olarak aktarılamaz. Sadece genetik materyal mutasyonları aktarılabilir. Örneğin; yapılan sabah kahvaltısı, hayattaki tercihler, iyi veya kötü davranışlar, öğrenilenler gibi tecrübeler kalıtımsal olarak aktarılamaz. Durum böyleyken iki binli yılların başında epigenetik diye bir kavram ortaya atıldı.
Epigenetiğin hikâyesi ilginçtir: İsveç’te bir köyde yaklaşık 1890’lardan beri yaşayan, ölen herkes kayda alınmış. Kilo, boy, hasat miktarı, neredeyse her şey kaydedilmiş. Yıllar sonra bu kayıtlardan bir yayın oluşturmak isteyen istatistikçiler çok ilginç ilişkiler ortaya çıkarmış. Babalarının babaları dokuz ile on iki yaşlarındayken bol gıdaya erişen kadınların mortalite hızında artış görülmüş. Bu mortalite, metabolik hastalıklar yönünde yükselmiş. Erken sigara içen babaların oğullarının, dokuz yaşındaki vücut kitle indeksi yükselmiş. Babanın düşük, annenin yüksek gıda erişimi çocuklarda azalmış. Kardiyovasküler sistem mortalitesiyle ilişkili bulunmuş. Bu ilişkiler sonucunda “Genetik bilgimizin dışında bir şeyler var mı?” sorusu ortaya çıkarıldı. Bundan sonra çığ gibi büyüyen çalışmalarla, genetiğin yanında epigenetik diye bir kavram ortaya çıktı ve tanımı şöyle yapıldı: Epigenetik; DNA’nın yapısı değişmeden sadece açık kapalı halleri modifiye edilerek genetik özelliklerin değişmesidir. Aynı DNA, aynı genler; ancak kodlanan, proteine dönüştürülen bölgelerinin haritalanması değişiyor. Açık kapalı yerleri değişiyor. İlginç olan bu epigenetik, bütün hayat tecrübelerine açık. Yani sigara içenin, kilolu olanın veya kıtlık görenin epigenetiği farklı oluyor. Ve bundan daha önemlisi epigenetik kendi çocuklarına kalıtsal olarak aktarılıyor. Bu da şunu gösteriyor; yaptığımız her şey, yediğimiz-içtiğimiz, hayat tarzımız ilk olarak kendi genetiğimizi değiştiriyor. Ardından çocuklarımıza ve torunlarımıza miras kalıyor. Bu konuda oldukça çarpıcı radikal çalışmalar yapıldı. Kanserin bir kısmının epigenetik bir hastalık olduğuyla ilgili iddialar var. Psikiyatri hastalıklarının epigenetiği olduğunu iddia edenler var.

Bu çalışmalardan en radikali, belleğin aktarımıyla ilgili olandır. İki tane çalışma yapıldı. Birisi farelerde birisi de sirke sineklerinde gerçekleştirildi. Bunlara koku ile eş zamanlı korku şartlanması yapıldı. Kokuyla birlikte elektrik şoku verildi. Böylece hayvanlar kokuyla, elektrik şokunu eşleştirdiler. Kokuyu duyduklarında elektrik verilmese dahi elektrik çarpmış reaksiyonu gösterir oldular. Ardından jenerasyonlarca bunların yavrularında böyle bir bilgi var mı diye araştırıldı ve bulundu. Yavruların o kokuyu tehlike olarak algıladığı gözlemlendi. Bir diğer fare çalışmasında, erkek fareler strese maruz bırakılıyor bunların üç dört kuşak boyunca yavrularında ve torunlarında infertilite gözlemleniyor. Buna hikmet olarak bakarsak işlediğimiz haramlar, günahlar yavrularımıza da geçebilir. Haram lokmanın, haram işlerin kendine olan biyolojik zararı bir kenara, sonraki nesillere geçme durumu  da vardır.

YABANCI RNA

Hücre çekirdeğinde genetik materyal DNA dediğimiz moleküllerle kodlanıyor. Bu bilgiden hücrenin yaşaması için gerekli proteinler kod çözülerek üretiliyor. Bu kod çözme aşamasında aracı molekül, RNA’dır. RNA, çok çabuk bozulan bir moleküldür. Buna rağmen bir RNA çeşidi var -ki buna mikro RNA diyoruz- standartlardan daha kısa ve özel paketlerde paketleniyor ve korunuyor. Bu RNA’nın yenilen besinlerle sindirim sisteminden kana geçebileceği gösterilmiş. Bu miRNAlar diğer genlerin düzenlemesini yapıyorlar. En çarpıcı çalışmalardan biri ise Çinlilerin kanında bol miktarda pirinç RNA’sı bulunmasıdır. Yani sadece hayvandan hayvana ya da bitkiden hayvana gibi türler arası geçiş gösterildi. Yediğimiz şeylerde harama helale dikkat etmeliyiz. Örf der ki: “Domuz yiyen insan eşini kıskanmaz.”. Doğru mu yanlış mı bilinmez ama domuz yiyen toplumlarda sadakatin çok düşük olduğunu biliyoruz. Acaba bir domuzdan geçen miRNAlar insan genini etkileyip, sadakate kadar karmaşık sonuçlar ortaya çıkarabilir mi? Bu sadakatle ilgili yapılan çalışmalarda erkeklerde ADH’nin kadınlarda oksitosinin tek eşliliği ve sadakati etkilediği gösterildi. Oksitosin yüksekliği ya da düşüklüğü davranışsal sonuçlar verir. Domuz miRNAları oksitosin genini manipüle edebilir mi? Kimse edemez diyemez. Yenilen içilen besinlerde hikmete kapı açacak bir nokta olduğunu düşünüyorum.

MİKROBİYOTA

Derimizin üzerinde mikroplar var. Bağırsaklarımızda mikroplar var. Bunlara biz flora diyoruz. Vücuttaki mikroplar bakteri, mantar, virüse kadar fizyolojimizin bir parçası. Ortalama bir insanın bağırsaklarında bir buçuk kilo civarında bakteri vardır. Mikrobiyota denen bu mikroorganizma topluluğu beyin fonksiyonlarını etkiliyor. Davranış bozukluklarına, hastalığa bile yol açıyor. Ya da sağlam fonksiyonlar için onun dengeli olması gerekiyor. Bu sadece bağırsak için değil; deri için, saç için ve ağız için de geçerli. Artık çok iddialı ama kanda bile mikrobiyota var diyorlar. Peygamber’imizin bazı uygulamalarını görüyoruz. Yeni doğan bir bebeğe ağzında emdiği hurmayı veriyor. Yani mikrobiyotasını transfer ediyor. Bizde de aynı kaptan yeme alışkanlığı vardır. Mehmet Zahid Kotku hazretleri bir sohbetinde “Hastalık bulaşıyor da sağlık bulaşmaz mı?”  diyor ve “Tabi ki o da bulaşır.” buyuruyor. Aynı kaptan yemek yiyen beş kişilik bir aileden birinin mikrobiyota hastalığı olsa diğer dördünün sağlam mikrobiyotası onu tedavi edebilir. Diğer tedavi yöntemlerden biri de sağlamdan alıp hastaya vermektir. Bu otoimmün hastalıklarda çok önemlidir. Meksika’dan göçen Latinlerle ilgili bir çalışma yapılmış ve göçen Latinlerin sanitasyon oranlarının artmasıyla otoimmün hastalıklarda ciddi artışlar gözlemlenmiş. Çok uç tedavi örnekleri var. Bunlardan bir tanesi bırakın mikrobiyotayı, bağırsak parazitleri bile olmalı. Bu yüzden FDA’nın onay verdiği bağırsak parazit yumurta preparatları var. Özel bir parazit maalesef domuz paraziti üç ay konakçıda kalıp üç ay sonra atılıyor. Otoimmün hastalığı tedavi ediyor. Mesela geleneğimizde nereden geldiği bilinmeyen kıyafet giyilmez. Oradan mikrobiyota aktarılıp sıkıntı çıkabilir.

KALORİ KISITLAMASI

Bu aslında o kadar net ve açık ki uzun yaşamanın sırrı az yemekten geçiyor. Kalori kısıtlaması bazı hayvan modellerinde ömrü iki katına kadar çıkartıyor. Bir İngiliz makalesinde gün aşırı oruç tutmaktan, bundan sonrasında ise haftada iki gün oruç tutmaktan bahsediliyor. Burada Müslümanlara da atıf yapıyor. İslâm dininde de böyle bir uygulama var diyor. Genel olarak hepsi, az yemenin sağlıklı bir yaşam için oldukça kesin bir çözüm olduğunu söylüyor. Bir grup da bunu hapa dönüştürmeye çalışıyor. Yiyelim içelim ama bir hap aldıktan sonra hiç almamış gibi olalım. Ama bununla ilgili bir gelişme yok.

SÜT KARDEŞLİĞİ

Müslümanların genelde ihmal ve ihlâl ettiği konulardan birisi. İslâm’da bu kesin olarak yasaklanmıştır. Aynı anneden süt emen çocuklar evlenemez. Bunun mesleğimiz icabı aklımızda bir soru işareti oluşturması gerekiyor. Kardeşlerin evliliğinde bin türlü genetik sorun var. Peki süt kardeşlikte ne var? Son yıllarda dillendirilen mikrokimerizm var. Mikrokimerizm bir insanda, bir başka insana ait hücrelerin olmasıdır. Bunun en görünen yolu organ nakli ve kan nakli. Böyle bir şey olmamışsa bile herkes mikrokimerizmlidir.  Anneden fetüse plasentadan hücreler geçiyor. Buna plasental mikrokimerizm diyoruz. Tersi de oluyor. Bebekten de anneye geçiyor. Hatta bebekten anneye geçen hücreler annedeki hastalıkların onarılmasında da aktif görev alıyorlar. Anne bir travma geçirirse bebekten bir kök hücre gelip orayı tamir ediyor. Sütle de hücre ve mikro RNA geçebilir. Bununla ilgili yapılan çalışmalarda bütün hücreleri florasan proteini içeren transgenik farelerin yanına normal fareler konuldu ve emzirildi. Beyinde hem nörona dönüşmüş hem de glia dediğimiz destek hücrelerine dönüşmüş hücrelerde bunu bulduk. Bu akrabalığın farklı bir tanımının olabileceğini gösteriyor. Yani sadece kardeş olarak değil genetik materyalin geçmiş olması da bir nevi tanım olabilir.

Kardiyak afferent sistemde kalp ve beynin iletişimi, duygular hakkında çalışmalarımız devam ediyor. Klasik fiziğin dışında kuantum fiziğiyle ilgili genetik materyal inceleme çalışmaları hızla devam ediyor. DNA tamir mekanizmalarının tamamen elektrik alan ile olduğu hakkında iddialar var. Beynimizdeki çoğu kodlamanın sinaptik kodlama ile değil de kuantum kodlaması olduğuyla ilgili çok ciddi açıklamalar var. Bu kuantum çalışmaları sonucunda su ile ilgili çok ilginç sonuçlar bekliyorum.”

Program SAYADER Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Kâzım Karaaslan’ın teşekkür konuşması ile sona erdi.

Prof. Dr. Gürkan Öztürk; 1993 yılında Hacettepe Tıp Fakültesi’nden  mezun oldu. 1995-1999 yılları arasında İngiltere’de King’s College London’da fizyoloji alanında doktora yaptı. Doktora eğitimini tamamladıktan sonra Türkiye’ye döndü ve Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi, Van’da yardımcı doçent olarak göreve başladı. 2001 yılında, on yıl boyunca yüksek etkili araştırmalara öncülük edeceği sinirbilim için bir merkez kurdu. 2010’da yeni kurulan İstanbul Medipol Üniversitesi’ne, araştırma altyapısı tasarlama sorumluluğunu verdiği tam profesör olarak katılmaya davet edildi. 2012 yılında “Rejeneratif ve Restoratif Tıp Araştırma Merkezi- REMER”in kurulmasını yönettiği için önemli bir devlet yardımı aldı.

Öztürk, halen Uluslararası Tıp Fakültesi Fizyoloji Anabilim Dalı’nda öğretim üyeliği görevini sürdürmektedir. Temel Tıp Bilimleri Bölümü’nün başkanı ve REMER’in direktörüdür.

(Metin çözümleme: Salih Dere, Büşra Örenli)