Sağlık Saati

Açlığın İnsan Biyokimyası Üzerine Etkisi

Açlığın bir diyet önerisi ile karşımıza çıktığı bu yıllarda aslında yüzyıllar öncesinde de bu yönde öneriler yapıldığını görüyoruz. Şöyle ki; İbni Sina ya hastalıkların en önemli nedeni sorulduğunda “Bir yediğini tam sindiremeden yeniden yemek yemek” olduğunu söylemiştir. İbni-i Haldun ise, “İnsanı açlık öldürmez, alıştığı tokluk öldürür” demiştir.

Açlığın ya da hücrenin kendi kendini yemesi ve gereksiz parçaları atarak yaptığı savunma
mekanizmasının yani otofajinin nasıl çalıştığını bulan Japon bilim insanı Yoshinori Ohsumi’ye Nobel ödülü verildi. Yapılan keşifler ile otofajinin açlığa uyum sağlama ya da enfeksiyonlara verilen yanıtı anlamamıza neden olmuştur. Hücrenin kendi kendini yemesi olarak da bilinen otofaji bir nevi hücrelerin içlerindeki gereksiz parçalardan hatta vücudun ihtiyaç duymadığı hücrelerden kurtularak temizlenmesidir.

Otofaji oruç tutarken ya da açlık durumunda daha çok oluyor. Hücre enerji üretimini kendi iç
imkanlarını kullanarak yapıyor ve tabii ki ilk olarak vücut için gereksiz hücreleri ve patojenleri yok ediyor. Otofajinin, uzun süreli açlığın erken yaşlanmayı, kanser riskini ve tümörün büyümesini engelleyici etkisi vardır. Oruç, uzun süreli açlık vücut için adeta bir yenileme programı gibi hareket ediyor. Ama bu açlık diyetinin mutlaka bir doktor kontrolünde yapılması gerekmektedir. Ayrıca kemoterapi veya yaşlanma ile hasar görmüş bir savunma sistemi açlık döngüleri ile bağışıklık sistemini yenileyebiliyor. Hastalandığımızda çoğunlukla iştahımız kesilir. Neden hastalandığımızda iştahımız kesilir? Acaba vücudumuz sindirim sistemini kapatarak hastalıkla tüm gücüyle savaşmaya mı çalışıyor? Vücudumuz iştahımızı kapatarak bize işaret mi veriyor?

Uzun süreli açlık, glukoz ve yağ depolarını kullanmak için vücudu zorlar ama aynı zamanda beyaz kan hücrelerini de yok edip yenilerinin oluşmasına imkân verir. Vücudu aç bırakmak kök hücreleri tetikleyen yeni akyuvar üretilmesine yol açar.

Oruç, kan şekerinin düşmesine ve insülin duyarlılığının oluşmasına ve insülin direncinin azalmasına neden olmaktadır.

Vücudumuzun % 60 su + % 15 yağ + % 18 protein + % 7 si minerallerden oluşur.
Bir insan vücudu, depo ettiği enerji kaynaklarını kullanarak bir şey yemeden sadece su içme şartı ile 90-100 gün yaşayabilir.

Temel enerji kaynağımız karbonhidrat, protein ve yağlardır. Bunların hepsi asetil coA ya dönüşerek vücut için gerekli enerjiyi oluşturur. Açlık durumunda normal şartlar altında kullandığımız glukoz ve karbonhidrat yerine başka kaynakları kullanmaya adapte oluruz.
Açlığın birkaç evresi vardır.

Açlıkta Faz 1

Yemekten sonraki 6 saatlik dönemdir. Bu süre sonunda açlık hissi başlar. Yiyecekler
emilir, kan glukoz düzeyi artar, vücut bunu kompanse ederek düşürür ve açlık hissederiz.

Faz 2

Beslenmenin yeniden başlamasına kadarki dönemdir. Glukozun düşmesiyle birlikte depolarda
glikojenlerin kullanıldığı aşamadır. Yemekten 6 saat sonra başlar. 12 -16 saatte maksimuma ulaşır.

Faz 3

Proteinlerin enerji için kullanılmaya başlandığı uzun açlık dönemidir.
Açlık terapisinden fayda sağlamak için hedefimiz Faz 2 evresine ulaşmak ama Faz 3 evresinden kaçınmak olmalıdır.

Vücudumuz için temel enerji kaynağımız glukozdur. Şayet glukoz yok ise vücut o zaman yağları kullanır. Beynimizin de temel enerji kaynağı glukozdur, glukozun yokluğunda beynimiz keton cisimlerini kullanır ama beynimiz tamamen keton cisimlerini kullanmaz. Glukoza mutlaka ihtiyaç duyar. Kişi hiç karbonhidrat almasa da vücut bunu yağlardan veya proteinden karşılamaya çalışır ve glukoz üretir. Ama proteinlerden glukoz üretmek tehlikelidir. Çünkü bu kasları eritir. Bizim hedefimiz proteinden değil yağlardan glukoz üretimini gerçekleştirmek olmalıdır.

Karbonhidratlı diyet ile beslendiğimizde kan glukozuyla beraber insülin seviyemizde artar. İnsulinin artışı hücre içine glukoz girişini artırır kan glukozunu düşürür ve glukozdan yağ sentezini artırır. Kandaki glukoz seviyesi insülinle beraber 2 saat civarında düşmeye başlar. Bu esnada pankreastan glukogan salgılanır ve kan glukozu normal seviyede tutulmaya çalışılır. Glukagon artışı ile depo edilen yağlar devreye girer ve plazma yağ asitleri, keton cisimleri artarak kan şekerini artırır. Açlık durumunda bu yağ depolarını kullanabiliriz. Sürekli yemek yediğimizde ise yağ depoları kullanılmaz aksine yağ depoları gittikçe artar.

Açlığın ilk 3 gününde baş ağrısı, anksiyete yaşarız. 3. Günden sonra açlığa adaptasyon olur ve bu şikayetlerimiz azalır. Bu adaptasyon için Beta Hidroksi Butirat Dehidrogenaz enzimine ihtiyaç vardır. Yağ dokusu bitene kadar bu enzim beyin için keton cisimlerini üretir. Glukoz seviyemiz hiç düşmezse yağları kullanamayız. Bundan dolayıdır ki vücudumuzdaki yağları kullanmak istiyorsak açlık sürelerini uzatmamız gerekir.

Açlığın ilk faydası yağ dokuların azalmasıdır. İkinci faydası ise otofajidir. Yani iyi hücrelerin oluşumunu artırıp kötü hücrelerin yok olmasıdır. Otofaji bir hücre ölümüdür. Otofajiyi uyaran temel mekanizma diyette kalori eksikliğidir. Bir günlük açlık ile eskimiş–hasarlı dokular, gıda molekülleri, bakteriler virüsler den kurtuluruz. Otofaji ile Tip 2 DM, parkinson hastalığı, yaşla ile hastalıklar ve hatta kanser bile önlenebiliyor. Otofaji ile kısa dönem açlıkla hayatın idamesi, yaşam siklusunun devamı, DNA hasarı ve metabolik stresin önlenmesi, atık proteinlerin temizlenmesi ve hücre boyutunun regülasyonu, uzun yaşam, programlı hücre ölümü, intrasellüler patojenlere karşı direnç, antijen prezentasyonu ve yaşlanmanın geciktirilmesi sağlanır.

Prof. Dr. Abdurrahim Koçyiğit