Tag

Sağlıklı Yaşam

Browsing

 Prof. Dr. Mustafa SAMASTI, 24 Ocak 2024 

Bugüne kadar dünyanın maruz kaldığı en büyük salgın ve en sinsi halk sağlığı tehdidi tütün/sigara salgınıdır. Resmî rakamlara göre COVID-19 salgınında dünya genelinde üç yıllık sürede toplam olarak 589 milyon vaka ve yaklaşık 6,5 milyon ölüm bildirilmiştir. Hâlbuki bir yılda sigara kaynaklı sağlık sorunlarından ölenlerin sayısı (8 milyonu aşkın) bundan çok daha fazladır. Tütün/sigara kullanımı dünyanın en büyük pandemisi ve en yaygın kitle zehri olmakla birlikte, mikrop kaynaklı salgınlardan farklı olarak süreklilik göstermektedir. 

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) verilerine göre dünyada 1,3 milyar tütün kullanıcısının %80’inden fazlası düşük/orta gelir düzeyindeki ülke haklarıdır. Öte yandan, bu ürünleri pazarlayanlar tütün kullanımının minimal düzeye indiği, gelişmiş ülkelere ait firmalardır. Bir bakıma, geri bırakılmış yoksul toplumlar bu ekonomik sömürü düzeninin ayakta kalmasını sağlıkları pahasına sağladığı gibi, aynı zamanda artan hastalık yükleriyle de genelde aynı firmaların güdümündeki ilaç ve medikal sektörünün de en büyük hedef kitlesini/pazarını oluşturmaktadır. 

Tütün, kullanıcılarının yarısını ölüme sürükler. Bu nedenle tütün tedricî bir intihar aracı, âdeta bir ölüm oltasının keyif verici yemi gibidir. Sigara en yaygın kullanım şekli olmakla birlikte tütünün her türü (sigara, nargile tütünü, sarma tütünler, purolar, pipo tütünü, dumansız tütün ürünleri…) zararlı olup güvenli bir miktar söz konusu değildir. Tütün kullanımı, neden olduğu hastalık ve sakatlıkların tedavisi için yapılan muazzam boyuttaki mali harcamaların yanı sıra çok ciddi oranda iş gücü kaybına yol açmaktadır. Sigara tüm dünyada önlenebilir ölümlerin/kanserlerin tek başına en önemli nedenidir. Tüm kanserlerin %40’ı, akciğer kanserlerinin ise %90’ı sigarayla ilişkilidir. 

Sigara içilen tüm kapalı mekânlar kanserojendir. Bina içi havalandırma sistemleri sigara dumanını yeterince temizleyememektedir. Bunun için mevcut havalandırma hızının 200 katına çıkarılması gerektiği ve bunun da pratikte mümkün olmadığı tespit edilmiştir. Pek çok araştırma, kapalı mekânlarda pasif şekilde sigara dumanına maruz kalanların sigara içenler kadar etkilendiklerini göstermiştir. Tütün dumanına maruz kalmanın güvenli seviyesi yoktur; az maruz kalmak, kısa süreli veya mesafeli durmak etkilenmeye engel değildir. Tek korunma 2 

yolu %100 dumansız ortamların sağlanmasıdır. Sigara içmeyenlerin sağlığını korumanın başka yolu yoktur. Dumansız (temiz/güvenli) hava sahası temel insan hakkıdır. 

Tarihçe

Eski Amerika yerlilerinin kullanmakta olduğu tütün bitkisi, 16. yüzyılda, Avrupa’dan gelen kâşif ve tüccarlar vasıtasıyla Avrupa’ya taşınmıştır. Tütün tohumlarını Paris’e götüren Fransa’nın Lizbon elçisi Jean Nicot’un adına izafeten içindeki zehirli maddeye “nikotin” adı verilmiştir. 

Tütün 19. yüzyıldan itibaren sigara şeklinde ince kâğıda sarılarak kullanılmaya başlanmıştır. Sigara sanayiinin 1918’de kurulmasıyla tütün alışkanlığı süratle bütün dünyaya yayılmıştır. II. Dünya Savaşı yıllarında, sigara içenlerin sayısında büyük bir patlama olmuştur. Zira bu dönemde sigara askerlere parasız olarak veya çok düşük bir ücretle dağıtılmıştır. Bu dönemde sigaraya alıştırılanlar sigara bağımlılarının ilk kuşağını oluşturdular. Bu insanlar 50’li yaşlara geldiklerinde akciğer kanseri ve kalp hastalıklarında anormal bir artış gözlemlendi. Bunun üzerine Dünya Sağlık Örgütü (WHO) 30 yılı aşan bir sürede 8 büyük araştırma projesini hayata geçirmiştir. 1950’lerde başlatılan bu çok yönlü ve kapsamlı araştırmalarda ortalama 2 milyon sigara kullanıcısı incelenmiş, 300 bin kadar da otopsi üzerinde çalışılmıştır. Bütün bu incelemelerin neticesi olarak sigaranın en önemli önlenebilir kanser nedeni olduğu bilimsel olarak kabul edilmiştir. 

Türkiye’de sigara üretimine 19. yüzyılda kurulan Cibali Sigara Fabrikasında başlanmıştır. 1874 yılında sigara üretimi yetkisi yabancı sermayeli bir şirket olan Reji İdaresi’ne verilmiştir. Bu şirket tarafından daha sonra Adana, Samsun, Alsancak-İzmir’de sigara fabrikaları açılmıştır. 1925 yılında çıkarılan bir kanunla tütün ve sigara üretimi devletleştirilerek Tekel İdaresi kurulmuştur. Böylece sigara devlet eliyle üretilen ve satılan bir meta hâline gelmiş, vatandaşının sağlığı pahasına devletin bir kazanç kapısı olmuştur. 1986 yılında yürürlüğe giren bir kanunla sigara üretimi ve pazarlaması serbest bırakıldı. Böylece sigaranın yaygınlaşmasını kolaylaştırıcı yasal düzenlemelerle Türkiye’de Amerikan sigaralarının ithalatının ve satışının önü açıldı. Bu yolla yabancı sigara tüketimi körüklenmiş, gelişmiş ülkelerdeki sigara karşıtı politikaların tam tersi bir yol benimsenmiştir. Türkiye’de uygun şartlar sağlandıktan sonra uluslararası sigara tekelleri yerli ortakları aracılığı ile halkımızın sağlığını bozan yatırımlarına hız vermişler, böylece gelişmiş Batı ülkelerinde büyük çapta azalan sigara kullanımının yol açtığı kayıplarını telafi etme imkânına kavuşmuşlardır. 3 

Tütün endüstrisi, ürünlerini pazarlamak ve tehlikelerini gizlemek için bütün gücüyle çalışmaktadır. Bu tehlikeye karşı toplumları korumak için ciddi bir mücadele gerekmektedir. Dünya Sağlık Örgütü, 2003 yılında üye devletlerle (dünya nüfusunun %90 kadarını oluşturan 182 taraf üye devlet) birlikte DSÖ Tütün Kontrolü Çerçeve Sözleşmesini (WHO FCTC) oy birliğiyle onaylamıştır. Bu çerçevede 2007 yılında üye devletlerin uygulamaları için 6 pratik öneri açıklanmıştır: 1) Tütün kullanımının ve önleme politikalarının izlenmesi, 2) Toplumsal koruma önlemleri, 3) Tütün kullanımını bırakmak için destek hizmetleri, 4) Tütünün tehlikeleri hakkında aydınlatıcı uyarılar yapılması, 5) Tütünün reklam, promosyon ve sponsorluklarını yasaklama, 6) Tütün vergilerini caydırıcı bir düzeye yükseltme. Bu doğrultuda Türkiye’de kapalı alanlarda sigara içilmesi yasaklanmış (19 Temmuz 2009), Alo 171 Sigara Bırakma Danışma Hattı kurulmuş (27 Ekim 2010) ve sigara bıraktırma poliklinikleri açılarak tıbbi destek ve ücretsiz ilaç dağıtımına başlanmıştır. 

Sigaranın Dumanı 

Yanmamış tütünde 2.500 kadar kimyasal madde tespit edilmiştir, yanma ve oksidasyonlar sonucu yeni kimyasallar oluşarak bu miktar 4.000’in üzerine çıkmaktadır. Tütün tarımı, depolanması süreçlerinde kullanılan tarım ilaçları, tat ve koku özelliği kazandırmak için eklenen sentetik kimyasallar bu sayıya dâhil değildir. Gerek sigara dumanı gerekse etrafa atılan izmaritler havayla temas ettiği sürece okside olarak çok daha zararlı kimyasal bileşikler teşekkül eder. Bu nedenle, sigara içen kişinin içine çektiği “ana duman” ile etrafa yayılan “yan duman” farklı özelliklere sahiptir. DSÖ verilerine göre yılda 8 milyondan fazla kişi sigara nedeniyle hayatını kaybetmekte olup bunun 1,2 milyon kadarını sigara içmeden dumanına maruz kalanlar oluşturmaktadır. 

Sigara Dumanındaki En Önemli Kimyasallar 

1. Nikotin: Sigaraya bağımlılık yapan, nikotin maddesidir; nikotin sinir sistemi ve kalp damar sistemi üzerinde olumsuz etkiler oluşturur. Düşük dozlarda sinir sistemini uyarıcı, yüksek dozlarda ise baskılayıcı etki gösterir. Damarlarda kasılmaya yol açarak tansiyon yükselmesine, nabzın süratlenmesine yol açar. Ayrıca kanın pıhtılaşma eğilimini artırır. Nikotin tarımda böcek öldürücü olarak kullanılabilen bir zehirdir. 

2. Kanserojen maddeler: Tütün dumanındaki maddelerden 70 kadarının kanserojen olduğu tespit edilmiştir. Bunlar arasında özellikle insan kanserlerinde en etkili olanlar nitrozaminler, benziprenler, fenoller ve aromatik hidrokarbonlardır. Sigaranın yan dumanında bu maddeler daha yüksek miktarda bulunmakta ve bu durum sigara içilen tüm kapalı alanları tehlikeli hâle getirmektedir. Sigara içerdiği kanser yapıcı maddelerin yanı sıra vücudun savunma mekanizmalarını/bağışıklık sistemini bozarak kanser gelişimini kolaylaştırmaktadır. Ayrıca başka zararlı maddelerle etkileştiğinde bu risk daha da artmaktadır. Örneğin sigara ile birlikte alkol kullanımı zararlı maddelerin vücut dokularına girişini kolaylaştırmaktadır. Akciğer kanseri bütün dünyada sık görülen bir kanser çeşidi olup %90 üzerinde sigaraya bağlıdır, sigara içenlerde 20-40 kat daha sık görülmektedir. Sigara içenlerin yakınlarında dahi akciğer kanseri 2-3 kat fazla görülmektedir. Ayrıca mesane, böbrek, pankreas, mide, rahim ağzı… gibi pek çok kanserle sigara arasında ilişkiler bulunmaktadır. 

3. İrritan (tahriş edici) maddeler: Sigara dumanında bulunan pek çok madde solunum yollarında, gözde tahrişe neden olur. Bu nedenle sigara içmeyen birçok kimse sigara dumanından aşırı rahatsız olur. Bunlarda gözde yaşarma, burun ve boğazda rahatsızlık hissi, baş ağrısı, bulantı gibi belirtiler ortaya çıkar. Tahriş edici maddeler solunum yollarında daralmaya, doğal savunma mekanizmalarının bozulmasına neden olur. Özellikle solunum yollarının yabancı partiküllerden, mikroorganizmalardan temizlenmesinde temel rol oynayan titrek tüylü epitel tabakasının fonksiyonu kaybolur. Bu durum yabancı maddelerin birikmesine ve aşırı balgam sekresyonuna neden olur. Bütün bunların yanı sıra akciğerlere kadar ulaşabilen mikropların etkisiz hâle getirilmesinde rol oynayan güçlü fagositik hücreler olan akciğer 5 makrofajlarının aktivitesini bozarak solunum yollarını enfeksiyonlara elverişli hâle getirir. Bu nedenle sigara içenler akciğer hastalıklarına çok daha kolay yakalanırlar ve zor iyileşirler. 

4. Karbonmonoksit: Sigara dumanında %1-5 oranında bulunan karbonmonoksit kanın hemoglobinini karboksihemoglobine dönüştürerek oksijen taşıma kapasitesini düşürür. Normalde %0,5-3 kadar olabilen karboksihemoglobin sigara içenlerde %15 seviyelerine çıkabilmektedir. Oksijen taşınmasının azalması doku ve organların beslenmesini bozar, kişinin iş gücünü/efor kapasitesini azaltır, çabuk yorulmasına neden olur. Karbonmonoksit nikotinle birlikte kalp ve damar hastalıklarının oluşmasını kolaylaştırır, ayrıca kandaki C vitamini seviyesini düşürür. 

Sigaranın Sağlık Zararları 

Sigara erken ölüm ve sakatlıkların önlenebilir en önemli sebebidir. Vücudun bütün doku ve organlarının kanlanmasını ve oksijenlenmesini bozarak sistemik etkiler oluşturur. Vücut direncini, bağışıklık sistemini olumsuz etkiler; enfeksiyonlara eğilimi arttırır, yaralar/kırıklar daha ağır seyreder ve geç iyileşir. Cildin canlılığı azalır, erken kırışır, sarkar; saç dökülmesi artar, tırnaklar bozulur. Üreme ve cinsel fonksiyonlar olumsuz etkilenir. Kemiklerin yapısı zayıflar ve daha kolay kırılır. Genel olarak sigara içenlerde tat ve koku duyularında körelme, iştah bozuklukları oluşur. Ağız ve dişlerde katran birikimi mikrobik faaliyetlere elverişli ortam oluşturur, diş çürüklerini artırır. Tükürük kanallarında tıkanma ağız kuruluğuna ve acı tat hissine neden olur; kötü, tiksindirici bir koku ortaya çıkar. 

Kalp damar sistemi hastalıkları: Sigara kan damarlarının daralmasının (vazokonstriksiyon) yanı sıra damarların yapısını bozarak damar sertliğini hızlandırır. Ayrıca damar geçirgenliğini arttırır, trombositlerin kümeleşmesini ve pıhtı oluşumunu hızlandırır. Bütün bunlara bağlı olarak özellikle beyin, kalp ve bacak damarları başta olmak üzere tıkayıcı damar hastalıklarına yol açar. Bacak arter tıkanıklığı (Buerger hastalığı) %95 sigaraya bağlıdır. Miyokard enfarktüsü normalde genç kadınlarda çok nadir görüldüğü hâlde, sigara içen kadınlarda 5-10 kat yüksektir. Sigara ve doğum kontrol hapları -her ikisi de pıhtılaşma eğilimini arttırdığından- birlikte kullanıldıklarında enfarktüs riski oranı önemli ölçüde artmaktadır. Sigara içenlerde koroner kalp hastalığı 2-4 kat, aort anevrizması (balonlaşma) 5 kat fazla görülmektedir. 

Solunum sistemi hastalıkları: Kronik (uzun seyirli) tıkayıcı akciğer hastalıklarının en önemli nedeni sigaradır. Sigara solunum yollarını tahriş ederek iltihabi değişikliklere, öksürük ve aşırı balgam sekresyonuna neden olur. İltihabi değişiklikler zamanla kansere zemin teşkil eden bir yapı (meteplazi) oluşturur. Kronik bronşit, amfizem %80-90 oranında sigaraya bağlıdır. Ağır 6 

amfizem şekilleri sigara içmeyenlerde hemen hiç görülmemektedir. Günde 20 ve üzeri sigara içenlerde tıkayıcı akciğer hastalığından ölüm oranı 10-40 kat yüksek bulunmuştur. 

Kanser: Tütün kullanımının yaygın olmadığı dönemlerde kanser hastalığı genellikle ileri yaşlarda görülürken günümüzde çok daha erken yaşlarda ortaya çıkmasının sebebi sigara alışkanlığıdır. Gelişmiş ülkelerde kanser ölümlerinin %40-45’i sigaraya bağlıdır. Kadınlarda eskiden %10’un altında olan bu oran giderek yükselmektedir. 

İş yerlerinde kanser oluşturma potansiyeli olan zararlı maddelerin etkisi sigarayla birleştiğinde daha da artmaktadır. Özellikle asbest tozlarına maruz kalınan yerlerde asbeste bağlı kanser gelişme riski sigara içenlerde 80 kat artmaktadır. 

Kanser ölümlerinde, %90’ı sigaraya bağlı olan akciğer kanseri birinci sırayı almaktadır. Kanser tedavisi gören bir hasta 5 yılı atlattığında tedavi başarılı sayılmaktadır. Akciğer kanseri hastalarının ancak %5 kadarı bu süreyi atlatabilmektedir. Bu nedenle akciğer kanseri için tek etkili önlem sigaradan uzak durmaktır. Sigara içenlerde ağız, gırtlak kanserleri 5-10 kat, yemek borusu, böbrek, mesane ve pankreas kanserleri 3-5 kat yüksek bulunmuştur. Özellikle ağız, gırtlak ve yemek borusu kanserlerinde alkolün de önemli rolü bulunmaktadır. Sigaranın yaygın olduğu ülkelerde mesane kanserlerinin erkeklerde %50’si kadınlarda %25’i sigarayla bağlantılıdır. Sigara içmediği hâlde dumanına maruz kalan kişilerde de kanser riski artmaktadır. Zira sigara yan dumanında önemli kanserojenlerden nitrozamin 10-40 kat, benzipren 2-6 kat daha yüksek bulunmaktadır. Günümüzde kanserden korunmanın altın kuralları sigara ve alkolden uzak durma, gereksiz/hatalı ilaç kullanımından sakınma ve ölçülü beslenmedir. 

Kadınlar ve sigara 

Kadınlar üzerinde sigaranın zararları erkeklerden fazladır. Sigaranın genel zararlarına ek olarak kadınlarda adet bozuklukları ve erken menopoz sık görülmektedir. Ayrıca menopoz sonrası kemik erimesi (osteoporoz) sigarayla birlikte artış göstermektedir. Doğum kontrol hapları kullanan kadınlarda kalp damar sistemi hastalıkları riski sigarayla birlikte oldukça artmaktadır. Kadınlarda genel olarak 50 yaşın altında enfarktüs nadir görüldüğü hâlde sigara içenlerde bu hastalık içilen sigara miktarıyla paralel şekilde artmaktadır. Başka risk faktörleri (kolesterol-lipid yüksekliği, hipertansiyon, diyabet, doğum kontrol ilaçları kullanma…) bir arada olduğunda bu tehlike çok daha artmaktadır. Sigara içen kadınlarda kısırlık oranı artmakta, cinsel fonksiyonlarda azalma meydana gelmektedir. Sigara kadınları estetik açıdan da olumsuz yönde etkiler. Sigaraya bağlı olarak cildin kanlanmasının azalmasıyla esnekliği azalır, kurur ve daha çabuk kırışmalar ve sarkmalar gösterir. Saçlar canlılığını kaybeder ve daha çabuk dökülür. 

Gebelik ve Sigara 

Anne karnındaki bebeğin gelişmesini etkileyen en önemli faktör sigaradır. Gebelik sırasında annenin sigara içmesi bebeğin sağlığı açısından büyük bir felakettir. Sigara dumanındaki nikotin ve karbonmonoksite bağlı olarak kan dolaşımının bozulmasıyla bebeğin beslenmesi engellenir. Bunun sonucu olarak bebekte gelişme geriliği oluşur. Sigara içmeyle paralel şekilde düşük, erken doğum, ölü doğum ve doğumdan sonra erken bebek ölümü oranları artmaktadır. Sigara kullanımı ile anormal gebelik olayları (plasentanın anormal yerlere yerleşmesi, doğum zarlarının erken ayrılması veya yırtılması… ) arasında yakın ilişkiler bulunmaktadır. İçilen sigara sayısı ile düşük doğum tartılı bebekler arasında belirgin bir paralellik tespit edilmiştir. Kilo eksikliği yanı sıra bu çocuklarda boy uzunluğu, göğüs ve baş çevresi değerleri de normalin altındadır. Hamilelik sırasında sigara içen annelerin çocuklarının doğumdan sonraki gelişmelerinin de daha zayıf olduğu; bunların psikolojik ve duygusal sorunlar gösterdikleri, okul başarı oranlarının, dikkat düzeylerinin düşük olduğu tespit edilmiştir. 

İçmeden Sigara Dumanına Maruz Kalma (Pasif İçicilik) 

Sigara dumanı zehirli ve kanserojendir. ABD İş Sağlığı ve Güvenliği Enstitüsü sigara dumanını “iş yeri kanserojeni” olarak tanımlamıştır. Sigaranın yan dumanında oksidasyonlar sonucu kanser yapıcı maddeler çok daha yüksek oranlara çıkmaktadır. İnsan hayatının büyük bir kısmı kapalı mekânlarda geçmektedir. Bu yerlerde sigara içildiğinde dumanına maruz kalanların içenler kadar etkilendikleri ortaya konmuştur. İçmediği hâlde dumanına maruz kalanlarda kısa dönemde baş ağrısı, göz-burun, boğaz tahrişi, mide bulantısı… gibi belirtiler ortaya çıkmaktadır. Ancak uzun vadede bunlarda da sigara içenlerdekine benzer hastalıklar baş gösterir. Sigara içenlerin eşlerinde akciğer kanseri 2 -3 kat, kalp hastalığından ölüm oranı 4 kat yüksek bulunmuştur. Sigara içen ailelerin çocuklarında solunum rahatsızlıkları oldukça yüksek oranlarda ortaya çıkmaktadır. 

Sigaranın Ekonomik ve Sosyal Zararları 

Sigara büyük çapta iş kaybına yol açtığı gibi, oluşturduğu hastalıklar nedeniyle de uzun süreli tıbbi bakım ve tedavi masraflarına neden olur. Sigara dumanı yorgunluk ve baş ağrısı oluşturarak iş verimini azaltır. Sigaranın yol açtığı hastalıkların teşhis ve tedavi harcamaları, iş gücü kaybına bağlı ekonomik zararlar, dikkatsiz sigara tiryakilerinin yol açtığı yangınlar sebebiyle ortaya çıkan can ve mal kayıpları küçümsenemeyecek boyutlardadır. Sigara izmaritinin yol açtığı çevre kirliliği ve bunların temizlenmesi için yapılan masraflar ciddi 8 

boyutlardadır. Sigaraya karşı mücadele için bilhassa Batılı ülkelerde çok büyük harcamalar yapılmaktadır. Dar gelirli bağımlıların, gelirlerinin önemli bir bölümünü sigaraya harcamaları eş ve çocuklarına mahrumiyet yaşatmakta, bazen de rüşvet, hırsızlık… gibi yasa dışı yollara sürüklenmelerine neden olmaktadır. Sigara hem sağlığı hem toplumu ve hem de ahlakı bozan amansız bir düşman gibidir. 

Sigara İçme Yaygınlığı 

Sigara sanayinin 1918 yılında kurulmasıyla birlikte sigara alışkanlığı 1960’lı yıllara kadar hızla artmıştır. Avrupa’da 1950’li yıllarda erkeklerde sigara içme oranının %70 olduğu belirtilmektedir. Sigara firmalarının sponsorluğunda tüm film kahramanlarının, sanatçıların, siyasi kişilerin, kısaca toplumun rol model aldığı tüm figürlerin sigaranın yaygınlaşması için birer araç olarak kullanılması bu dönemin tipik özelliğini oluşturmaktadır. Adeta sigara içmenin toplumda ayrıcalıklı bir üst kimlik gibi algılatılması başarılmıştır. Sigaranın zararları konusunda yeterli bilgi birikimi oluştuktan sonra özellikle 1970’li yıllardan itibaren gelişmiş Batı ülkelerinde sigara tüketiminde düzenli bir düşüşe geçildiği hâlde, üçüncü dünya ülkelerinde bunun tam aksi yönde sigara tüketimi hızlı bir artış göstermiştir. Bunun temel nedeni gelişmiş ülkelerdeki kısıtlamalar karşısında sigara firmalarının kampanyalarını yeni pazarlara yöneltmeleridir. Sigaranın yaygınlaşmasıyla birlikte sigarayla ilişkili hastalıklarda da büyük artışlar olmuştur. Türkiye, kişi başı sigara tüketimi açısından Avrupa ülkeleri arasında Yunanistan’dan sonra ikinci sırada yer almaktadır. 1988 yılında yapılmış çalışmalara göre ülkemizde sigara içme oranı erkeklerde %63, kadınlarda %27 kadardır. Sigara içenlerin %20’si sigaraya 11-14’lü yaşlarında başlamaktadır. 

Sigara ile Mücadele 

Sigaranın zararlarıyla ilgili olarak on binlerce makale yayımlanmıştır. Bu yoğun bilgi birikimine rağmen pasif içiciliğin zararları ancak 1970’li yıllarda anlaşılmıştır. Bu konudaki bilimsel araştırmaların sonuçları topluma yansıyınca gelişmiş ülkelerde sigara karşıtı kampanyalar başlatıldı. Bu kampanyalarda sigara içmeyenlerin sağlığının korunması ve içenlerin topluma verdiği zararlar dile getirildi. Bunun sonucunda gelişmiş ülkelerde sürekli ve kapsamlı politikalar izlenerek toplumun sağlığının korunmasının yanı sıra milyonlarca kişinin sigarayı bırakması sağlandı. İngiltere’de 1965, Kanada’da 1972 yılanda televizyonlarda sigara reklamları yasaklandı. Norveç’te 1973’te bütün yayın organlarına yasak getirildi. İngiltere’de 9 

1971’de toplu taşıma araçlarında sigara yasağı kondu. Benzer uygulamalar Almanya, ABD gibi diğer ülkelerde de yapıldı. ABD’de pek çok işyerinde sigara yasağı uygulandı. 

Gelişmiş ülkelerde artık sigara içmeme toplumsal bir değer olarak kabul görmekte ve içmeyenlere daha fazla itibar edilmektedir. Buna karşılık sigara içenlere hastalıklı/bağımlı insan gözüyle bakılarak değersizleştirilmektedir. “Sigarasız hayat” tüm insanlar için temel bir haktır. Aynı ortamı paylaşanlardan birinin diğerlerinin yanında sigara içmesi ahlaki ve hukuki olarak hakka tecavüzdür. İnsanlar bu konuda duyarlı olmalı, birbirini uyararak dumansız ortamlar oluşturmalıdır. Sigara alışkanlığının önlenmesi öncelikle bir eğitim sorunudur. Temel hedef sigara alışkanlığı kazanmamış çocuk ve gençlerin korunması, bu konuda bilinçlendirilmesi olmalıdır. Bunun asgari şartı onlara kötü örnek olmamak, en azından yanlarında içmemektir. 

Sigara ve Müslümanlar 

Müslüman şahsiyet temel misyon olarak kendisini ve çevresini iyiye, güzele, doğru olana yönelten; kendini ve çevresini kötülükten, yanlışlıktan, çirkin işlerden arındıran ve gerektiğinde bu uğurda her türlü fedakarlığı göze alan, insanlara güzel örnek olan kişidir.“Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz, iyiliği emreder, kötülüğü engeller ve Allaha inanır / güvenirsiniz” (Al-i İmran suresi 110). İslam’da gerek kendine gerekse başkalarına zarar vermek yoktur. Aksine insanlara eza, sıkıntı veren şeyleri ortadan kaldırmak imanın bir gereği sayılmaktadır. Müslümanın eza verici şeyleri gidermek bir yana bizzat insanlara rahatsızlık vermesi, sigara izmaritlerini ortalığa atarak çevreyi kirletmesi… bu prensiplerle ne kadar çelişmektedir. Kur’anda haramların açıkça belirtildiği ayetler yanında bir de Araf 157 gibi haram ve helallerin illetini (haramlık ve helallik sebeblerini) belirten son derece dikkat çekici bir ayet daha bulunmaktadır. 

“……O Peygamber onlara tayyibatı (iyi, temiz, sağlıklı, hoş şeyleri) helal, habaisi (pis, mundar, kötü, zararlı şeyleri) haram kılar…” (Araf 157). Bu ayet, helal ve haramlarla ilgili evrensel ve kıyamete kadar insanlığa rehberlik edecek temel ilkeyi sunmaktadır. Yoksa tüm haramların / helallerin tek tek sayılması ancak bir dönem için mümkün olabilirdi ve sonrası için Kur’an, dinamizmini, çağlar üstü niteliğini kaybederdi. İnsan potansiyel olarak akletme, muhakeme, irade, sevgi, merhamet… gibi üstün niteliklerle donatılmış bir varlıktır. Ancak çoğunlukla uyarılmaya, yol gösterilmeye ve bilinçlendirilmeye ihtiyaç gösterir. Bir insanı ancak kendisi (özgür iradesiyle) engelleyebilir. 

Kaynaklar 


American Cancer Society. Health Risks of Using Tobacco. American Cancer Society; 2020. https://www.cancer.org/cancer/risk-prevention/tobacco/health-risks-of-tobacco/health-risks-of-smoking-tobacco.html Erişim Tarihi: 20.03.2023. 
Bannie, R.J. The Effects of Tobacco Use on Health. Public Health Implications of Raising the Minimum Age of Legal Access to Tobacco Products, Eds: Bonnie RJ, Stratton K, Kwan LY. Washington (DC): National Academies Press (US); 2015. https://www.ncbi.nlm.nih.gov/books/NBK310413/ Erişim Tarihi: 12.06.2023 
CDC (Centers for Disease Control and Prevention). Smoking & Tobacco Use/ Health Effects. Office on Smoking and Health, National Center for Chronic Disease Prevention and Health Promotion. https://www.cdc.gov/tobacco/basic_information/health_effects/index.htm Erişim Tarihi: 23.06.2023 
CDC (Centers for Disease Control and Prevention). Tobacco & Cancer. Division of Cancer Prevention and Control. https://www.cdc.gov/cancer/tobacco/ Erişim Tarihi: 15.08.2023. 
Khani, Y. et al. Tobacco Smoking and Cancer Types: A Review. Biomedical Research and Therapy. 2018; 5(4), 2142-2159. https://doi.org/10.15419/bmrat.v5i4.428 Erişim Tarihi: 15.04.2023. 
Le Foll, B. et al. Tobacco and nicotine use. Nat Rev Dis Primers 8, 19 (2022). https://doi.org/10.1038/s41572-022-00346-w Erişim Tarihi: 15.08.2023. 
Marques, P. Et al. An updated overview of e-cigarette impact on human health. Respir Res 22, 151 (2021). https://doi.org/10.1186/s12931-021-01737-5 Erişim Tarihi: 10.03.2023. 
Parmar, M. P. et al. A Systematic Review of the Effects of Smoking on the Cardiovascular System and General Health. Cureus, 15(4), e38073. 2023 Apr 24; https://doi.org/10.7759/cureus.38073 Erişim Tarihi: 10.07.2023. 
West, R. Tobacco smoking: Health impact, prevalence, correlates and interventions. Psychol Health. 2017 Aug;32(8):1018-1036. doi: 10.1080/08870446.2017.1325890. Erişim Tarihi: 10.07.2023. 
WHO (World Health Organization). Tobacco. https://www.who.int/health-topics/tobacco#tab=tab_1 Erişim Tarihi: 17.04.2023. 11 


SD (Sağlık Düşüncesi ve Tıp Kültürü) Dergisi 2023/1 tarihli, 63. sayıda sayfa 78 – 83’de yayımlanmıştır. 

Endüstriyel beslenme ve tarihi; 

1970lerden sonra hayatımıza giren endüstriyel beslenme temelde iki ayağa sahiptir. Birincisi mısır şurubu da dediğimiz fruktoz şurubunun paketli gıdalar içine girmesi, ikincisi zararı sonradan anlaşılan trans yağ ve sonrasında artan doymuş yağ kullanımıdır. 

1945 yılı 2. Dünya savaşından sonra Japonlar kitleleri doyurabilmek için büyük miktarda şeker elde etmeleri gerekiyordu ve sonunda laboratuvarlarda şekeri tüplerde üretmeye başladı. Amerika’ya geçen bu üretim tekniği kitlesel şeker üretiminde bir devrim yaratmıştır. 

Yüksek konsantrasyonlu şeker üretimine başlanmasıyla taşımanın ucuzlaması ve ticari avantajları ile şeker kamışından üretilen şekerin sanayide kullanımı azaldı. 2000li yıllarda obezite tavan yapmıştır. 

1970lere kadar “High-fructose corn syrup” dediğimiz GDO’lu mısırdan elde edilen kimyasal şeker bizim hayatımıza girmemişti ta ki 1945 yılında 2. Dünya savaşı bitti Japonlar yenildi. Japonlar bilimsel araştırmalara içerisinde 1950-55lerde şekeri tüplerde üretmeye başladılar. Çünkü o zaman açlık içindeki halklarını doyurmaları gerekiyordu kaynak yaratmaları gerekiyordu. Üretim bir yere kadar daha kolay yollara ihtiyaç vardı. Kitleleri doyurmak için büyük miktarda şekere ihtiyaç vardı çünkü toplum önceliği şekerden geçiyor. 

Sonrasında bu bilgi Amerika’ya ihraç edildi ve Amerika bu teknikle birlikte fabrikalarda kitlesel üretime geçti. Amerika şeker kamışı kullanır, Türkiye şeker pancarı kullanır. Böylece coğrafik olarak esasen pancar ve kamışı kullananlar diye ayrılmıştır şeker; ancak 1970lerden itibaren artık fabrikalarda mısır da endüstriyel olarak kimyasal yollarla şeker üretimi mevcuttur. Ve bu şeker üretimi kitleseldir büyük hacimli  

Amerika bunu yüksek konsantrasyonlu halini keşfetti. %55 veya 42 oranında hazırlayıp bunu katı hale getirip %90lara çıkarılabiliyor bu konsantrasyon. Mısır şurubunun konsantrasyonu 42 90 shiftingdir transportu kolaylaştırmak için 

Şekeri yüksek konsantrasyona taşıdığınız da transport ucuzladı ve bu da endüstrinin mısır şurubu şekerini kullanmasını bir adım daha öne geçirdi. Normal şekerin 10 kat daha tatlı hali mısır şurubu 

Daha ucuz olması daha kolay elde edilebilir olması mısır şurubu şekerinin kullanımını ciddi oranda arttırdı. 1970lerden sonra beraberinde doymuş yağda Amerika’da çok fazla kullanıldı ve bu yıllardan sonra 2000li yıllarda obezitenin tavan yapmasına neden oldu. 

2002 yılında WHO obeziteyi epidemi ilan etti ve temel sebebi olaraktan artan fruktoz şurubu kullanımını gösterdi. Günümüzde de bu şekerli ürünlerin kullanımı gitgide artmaktadır. Bu durum Türkiye’de obeziteyi arttırdı. Türkiye İngiltere Katar Fransa ve Meksika’yı geçerek neredeyse Amerika kadar obez olmaya başladı. Ülkemizde kilolu nüfus toplam nüfusun 3’te 2’si kadar. Obezite oranı 3’te 1’i. 

Yağlı karaciğer hastalıkları obez hastalarda görülür. Obezitenin içinde de insülin direncinin geliştiğini şeker hastalığının geliştiğini ve bunun sonucunda karaciğer yağlanmasının oluştuğunu gördük. Hatta siroza gidişatını gördük.  

Hazır gıdaların sağlık üzerindeki etkisi; 

karaciğer kanseri gelişiminde şişmanlığa bağlı. Pankreas kanserlerinde kolon kanserlerinde yine obezitenin rolü olduğunu görüyoruz.  

Yani baktığımızda obezitenin tek başına kanser riskini arttırdığını görüyoruz. Tabi ki öncelikle kronik hastalıklar. Obezite yapan nedir? Aldığımız boş besinler; fruktoz şurubu+ doymuş yağ kombinasyonu. 

Obez kişilerin obez olmayan bireylere göre kansere yakalanma riski daha fazla. Karaciğer pankreas kolon artık daha sık görülen kanser çeşitleri arasında. 

Kanser hücrelerini şeker besler deniyor maalesef hem gelişiminde hem de kanserin ilerlemesinde aşırı alınan kaloriler ve şeker aktif rol oynuyor. Klinikte çok çeşitli hastalıklar görülüyor bunların temel sebebi beslenme.  

Geçirgen bağırsak sendromu;

Son zamanlarda adını sıkça duyduğumuz geçirgen (sızdıran) bağırsak sendromu da endüstriyel beslenmenin sonuçları arasındadır. Normalde bağırsağın içinde koruyucu bir tabaka bulunur. Toksinlerin mikropların kana geçmesini engelleyen bu koruyucu yapının kötü beslenme ile bozulması istenmeyen maddelerin kana karışması ile sonuçlanır.  

Geçirgen bağırsak sendromu tek başına bir hastalık olarak kalmayıp, otoimmun bir hastalık olan çölyak hastalığı, multipl skleroz (MS), crohn hastalığı veya ülseratif kolit dediğimiz bağırsak iltihabına yol açabilir. Hatta kronik yorgunluk sendromu veya SLE olarak bilinen lupus hastalığına da yakalanmaya sebep olabilir. 

Paketli gıdaların içinde yüksek miktarda bulunan mısır şurubu ve doymuş yağların fazlaca tüketilmesi bağırsağın yapısını bozuyor otoimmun hastalıklara depresyon ve anksiyete açık hale getiriyor. Temelinde kötü beslenme olan pek çok psikolojik ve bedensel bozukluklara sebebiyet veriyor. 

Nasıl beslenmeliyiz? 

Sebze ve meyveler muhakkak günlük olarak tüketilmeli. Günlük lif vitamin ve mineral ihtiyacı karşılanmalı. Paketli gıdalardan uzak durulmalı çünkü paketli gıda tüketimine devam edildikçe bağırsağın içindeki mikrobiyota kötü yönde devşiriliyor ve bu da pek çok bağırsak sorunun yanı sıra depresyon ve anksiyete gelişimine yol açıyor. Ancak sağlıklı şekilde bağırsağın içindeki faydalı bakteriler dediğimiz flora kendini yenileyebilir.  

0 şeker, glütensiz beslenme gibi bir besin birimini tamamen yok sayan yasaklayan diyetler sağlıklı bireyler için faydalı değil zararlı. 

Çölyak%3 görülen bir durum. Topluma buğdayı yasaklamak gibi bir durum olmaz. Bunun tarihteki örneği ise toplumdaki obezite artışından ekmeği sorumlu tutan Amerika’nın hayatından ekmeği çıkarıp mısırı eklemesi, Avrupa’nın ise sofralarına ekmek yerine patates koyması sonucu obezite oranları bir düşüş göstermezken ekmek yemeye devam eden Rusya’nın obezite oranlarında düşüş olmasıdır. 

Tam buğday ekmeği ile kilo verimini öngördüler. Zenginleştirilmiş ekmek tüketimi obeziteyi azalttı. Sorun ekmekte değil ekmeğin yanında ne tüketip ne tüketmediğimizde. 

Meyve früktozuyla kimyasal fruktoz birbirinden çok farklıdır kimyasal fruktoz sanayinin kullandığıdır. Meyve früktozunu sanayi kullanamaz meyve früktozu pahalıdır. Kimyasal fruktoz ucuz ve ulaşılabilirdir. Daha az miktarları daha çok tat verir bu nedenlerle tercih edilir. 

Maalesef yerli ve yabancı firmalar henüz durumu kavrayamamıştır. Mısır şurubu zararlıdır. Şeker kamışı ve pancar şekeri zararlı değildir. Sodaların içinde bile tatlandırıcılar kullanılmaya şeker kullanılmaya başlandı. Zararlı hale getirilir. Meyveli esanslı sodalar şeker konuluyor meyve konulmuyor esans kullanılıyor. Tüketici markaya güveniyor. Firmalarımızın halkımızın sağlığı için mısır şurubundan elde edilen şekerin kullanılmaması gerekiyor.  

Avrupa temelde ekmek tüketimini ekmek tüketimini arttırmaya bağlamıştır. Ama hangi ekmeği? Kaliteli ekmeği, tam buğday ekmeğini. Obeziteyi nasıl azaltabiliriz dediler ve hedef olarak önlerine ekmeği koydular üzümle zeytinle kayısıyla farklı tahıllarla ekmeklerini zenginleştirdiler. Ekmek tüketimi bizim yarımız oranda olan Fransa’da şişmanlık %50 bizim çeyreğimiz kadar tüketen İngiltere’de şişmanlık oranı bizimle aynı sorun ekmekte değil yanına ne tüketip tüketmediğimizde. 

FDA çok güzel bir tespiti var. Endüstri şöyle bir yapıyor bir cips paketi örneğin bir porsiyonda şu kadar şey içerir. Paketli gıdaların şu kadarını tüketirsek zararsızdır bu kadarını tüketelim gibi bir durum söz konusu olmuyor. Maalesef hiç tüketmemeliyiz. FDA firmaları kurtarmak için belirli oranda porsiyonları zararsız gösterir ancak mevcut paketler en az 3 5 porsiyonluk şekilde üretiliyor tüketici her şekilde bu oranları aşıyor 

Bunların yerini meyve ve sebzelerin alınmasını gerekiyor. Hiçbir paketli gıdadan meyve ve sebzelerden alacağımız lifi vitamini minerali veya esansiyel amino asitleri alamayız. Son zamanlarda paketlerin üzerinde lif miktarları vs. belirtilmeye başladı. Günlük lif ihtiyacını paketli bir gıda karşılayamaz. Örneğin alınan bir çikolatalı barda lifle birlikte vücuda birçok zararlı madde şeker ve tatlandırıcılar giriyor bu durum barsaklardaki mikrobiyotayı kötü yönde geliştirir. Mikrobiyota neden önemli? Barsaklar ikinci beyindir, beyinle iletişim için önemlidir. Otoimmun hastalıklardan korunmak için barsak bariyerimizin sağlığını önemsemeli mümkün olduğunca paketli gıdalardan kaçınmalı ve doğal beslenmeye çalışmalıyız.  

Türk-İslam alimleri arasında ilk filozoflardan biri olan Ebû Bekir er-Râzî, başta tıp olmak üzere felsefe, mantık, kimya, astronomi, matematik, musiki ve ahlâk sahalarında birçok eser yazmış ansiklopedik bir filozoftur. 251/865 tarihinde Rey’de doğmuş ve yine aynı şehirde 313/925’de vefat etmiştir. Tam adı ‘Ebû Bekir Muhammed b. Zekeriya b. Yahya er-Râzî’ olan filozof ‘Ebû Bekir (Zekeriya) er-Râzî’ olarak tanınmıştır. Bir takım farklı rivayetlere rağmen, delillerin çoğunluğu onun Türk asıllı Sünni bir filozof olduğunu gösterir. Düşünce tarihçileri, tıp sahasındaki ehliyetinden dolayı, kendisini İslam dünyasının en büyük hekimi kabul edip ona ‘Calinûsu’l-Arab (Arapların Galen’i)’ ünvanını vermişlerdir. Batı ilim dünyasında genellikle “Rhazes” diye anılan Râzî’nin eserlerinin sayısı tam olarak bilinmemekle birlikte, 200 civarında olduğu, 59 tanesinin günümüze ulaştığı belirtilmektedir. Birçok eserinin başta Latince olmak üzere diğer batı dillerine tercüme edilerek uzun yıllar Avrupa’daki tıp fakültelerinde okutulması, bilim dünyasında tartışılması, sonraki dönemlere tesir etmesi kimya ve tıp sahasındaki ehliyet ve üstünlüğüne işaret ederi. Halen Paris Üniversitesi Tıp Fakültesi’nin konferans salonunda Râzî’nin bir portresi bulunmaktadırii. 

Râzî, simya ile tıp arasında ilişki kurarak simyadaki bilgilerini tıbba uygulamış, tıbbî ilaçlarda kimyevî karışımları kullanmış ve böylece simyayı tıbbın hizmetine sunan ilk kişi olmuştur. Ayrıca kendinden önceki hekimlerin eserlerinde yer almayan ve ilk defa kendisinin hazırladığı birtakım kimyevî ilaçlarla hastaları tedavi etmiştir. Simya uygulamasında naturalistik teorileri tecrübî metoduyla pratiğe taşımıştır. Aynı tecrübî yaklaşımı daha sonra tıbba da uygulamıştır.  

Râzî simyayla ilgili birçok eser yazmıştır. Bu sahadaki eserlerinin en önemlisi ve en büyüğü olan ‘Kitabu’ssırru’l-esrar’ günümüze ulaşmıştır. Almanca’ya tercüme edilmiş olan eser yıllarca Avrupa’da müracaat kitabı olmuş ve modern kimyanın temellerini atmıştır. Bu sahadaki çalışmalarında Aristoteles (m.ö.384-322), Galen (130-200) ve Cabir b. Hayyan (ö.200/815)’dan etkilenmiş olan filozof, batinî yorum ve hurafeleri doğru olarak kabul etmemiş ve eserlerinde onlara yer vermemiştir. Râzî’nin fiziki kimyanın temellerini oluşturan kimya görüşü ile Cabir b. Hayyan’ın maddelerin birbirine dönüşebileceğini öngören ruhi kimya görüşü arasında benzerlikler olduğu gibi önemli farklar da vardır. Cabir’in kimyasının sembolik ve metafizik boyutları Râzî’nin kimyasında görülmemektedir.  

Bir laboratuvar kurarak çeşitli deneyler yapan ve deneylerinde tecrübe ilminin kurallarını ortaya koyan Râzî’nin önemli kimyevî keşifleri arasında sülfürik asit, kükürt asitleri ve damıtılmış alkol bulunur. Râzî, demir sülfürleri ilk defa damıtarak hazırlayan kişidir. Râzî’nin asit elde etme yöntemleri halen kullanılmaktadır. Etil alkolü, nişastalı ve mayalanmış şekerli maddelerden damıtarak elde etmiştir. ‘Bir Saatte Şifa isimli risalesinde alkolün ilaç hammaddesi olarak nasıl kullanılacağını tarif etmiştiriii. Kimyevi çalışmaları esnasında çıkan gaz ve buharlardan gözlerinin rahatsız olmasından dolayı kimya ile ilgilenmekten vazgeçerek tıbba yönelmiştir. 

Dönemindeki birçok insanın yaptığı gibi, ilmî isteklerini gerçekleştirmek için çeşitli yerleri dolaşmış, ilim ve kültür merkezlerinde dil, edebiyat, tıp, felsefe, matematik ve astronomi alanlarında tahsil görmüştür. Yunan, Hint, Fars ve İslam tıbbını öğrendiği, bunun sonucunda Galen’den sonra hiçbir hekimin sahip olmadığı derecede tıp bilgisine sahip olduğu rivayet edilir. Tıbbı Galen’in bulup ortaya çıkardığı, henüz dağınık olan bu ilmi ilk defa Râzî’nin bütün kavramlarıyla sistemli bir bilim haline getirdiği ve İbn Sina’nın da eksikliklerini giderdiği ifade edilmektedir.  

Tıp sahasında öncülük ettiği yeniliklerden branşlaşma, hasta kaydı ve klinik tecrübe aktarımı dikkati celbeder. Hastaneyi daha kolay idare etmek ve hizmeti aksatmadan nöbetleşe yürütebilmek için hastaneye dahiliye, hariciye, nöroloji, ortopedi ve göz doktorlarından oluşan toplam yirmi kişilik bir uzman hekim kadrosu dahil etmiştir. Muayene sırasında hastanın yaşını, beslenmesini, geçirdiği hastalıkları, şikâyetinin ne olduğunu ve ne zaman başladığını sormuş, koyduğu teşhisleriyle birlikte bütün bulguları, ayrıca hastalığın günden güne izlediği seyri ve hastalarla ilgili bütün gelişmeleri kayda geçirmiştir. Bilgi ve tecrübelerinden istifade etmek isteyen birçok öğrenci ve hekimin hastanedeki günlük vizitelerinde kendisini takip etmesini tesis etmiştir. 

Râzî tıp sahasında da hem pratiğe hem teoriğe önem vermiştir. Ona göre hekimin başarılı olabilmesi için sahasındaki kitapları okuyarak teorik yönünü geliştirmesi, sonra hastalar üzerinde pratik yapması gerekir. Bu noktadaki görüşleri ile Hipokrat ve Galen’in görüşleri arasında önemli benzerlikler vardır. Râzî, kuramsal tıpta Galen’in bir öğrencisi, pratik gözlem ve tedavide Hipokrat takipçisi kabul edilir.  

Râzî’nin tıbbi keşifleri şöyle sıralanabilir:  

1) Kişisel gözlem ve kitaplarıyla eski tıp kitaplarının eksiklerini tamamlamaya gayret etmiş, bu düşünceden hareketle, hasta başında ilk klinik dersi veren Türk-İslam hekimi olmuştur.  

2) ‘el-Cuderi ve’l-hasbe isimli eserinde çiçek hastalığıyla kızamık arasındaki farkı belirleyip tanımlamalarını yapmıştır.  

3) İlk kez, dikiş için operasyonlarda koyun bağırsağı kullanan hekimdir.  

4) İlk kez, antiseptik olarak etil alkolü kullanan hekimdir.  

5) Ateşin fiziksel olarak düşürülmesi gerektiğini söyleyen ilk hekimdir. Bunun için yüksek ateşli hastaları ılık suya batırılmış çarşaflara sarmıştır.  

6) Kıl fitili denen, yaralardan ve ameliyattan sonra ameliyat yerlerinden cerahat çıkarmaya yarayan ‘seton’u tıp tarihinde ilk defa bulan ve kullanan kişidir.  

7) Râzî, eczacılıkta beyaz kurşun merhemini ilk defa kullanan eczacı hekimdir. Bu ilaç daha sonraları Batılılarca ‘Album Rhases’ diye anılmıştır.  

8) Hastalık teşhisinde idrar ve nabzın büyük öneme sahip olduğunu ifade ederek bu konuda ayrı bir başarı sağlamıştır.iv  

Batı dünyasında Râzî, isminden dolayı ‘Rhazes, Razes, Raghensis, Ar-Rasis‘, baba adı Zekeriya dolayısıyla ‘Fili zachariae‘, hekimliğinden dolayı ‘Medicus’ ve künyesinin ‘Ebû Bekir’ olmasından dolayı da ‘Albubator yahut Bubcaris’ gibi farklı biçimlerde adlandırılmıştır. Eserleri içinde üç tanesi büyük önem taşımaktadır. Dönemin Rey valisine ithaf ettiği ‘Kitâbu’l-Mansûrî’ Latince’ye tercüme edilmiş ve 13. yüzyıla dek Avrupa tıp okullarında okutulan klasik ders kitapları arasında yer almıştır. Râzî’nin en hacimli tıp kitabı olan, eski ve yeni tıbbın bir indeksi niteliğindeki ‘Kitâbu’l-Hâvî’ adlı eseri ‘Continents‘ adıyla Latince’ye çevrilmiş, 1486-1542 yılları arasında 5 kez basılmıştır. Bu eserde Râzî kendinden önceki birçok alimden alıntı yaptıktan sonra, ayrı bir başlık altında kendi tecrübe ve görüşlerini ifade etmiştir. Çiçek ve kızamık hastalıkları konusunda yazılmış ilk eser olan ‘Kitâbu’l-cuderi ve’l-hasba‘ ise Latince’ye, Fransızca’ya, İngilizce’ye ve Almanca’ya çevrilmiş; 1498- 1866 yılları arasında 40 kez basılmıştır.  

“Bir kantar (44 okka) ilim bir okka edebe muhtaçtır.”v kelamı kibarı meşhur olan Râzî, tıp biliminde etik kurallarından bahsettiği Ahlaku’t-tabip gibi eserleriyle çığır açmıştır. Uyguladığı ileri görüşlü eğitim usulüyle Râzî, derslerinde öğrencilerini seviyelerine göre halka halinde oturtmuştur. Ortada kendisi bulunmuş, en kıdemli öğrencileri iç halkayı, daha tecrübesiz öğrencileri orta halkaları, yeni öğrenciler ve ziyaretçiler ise dış halkayı oluşturmuştur. Bu sayede dışardan gelip soru soranlar en tecrübesiz öğrenciyle muhatap olmuş, tatmin edici cevap bulunamadığı takdirde son tahlilde sorusu Râzî’ye aktarılmıştır. Râzî, bu usulü takip etmek suretiyle hem öğrencilerinin rahatlıkla cevap verebilecekleri mahiyette sorularla fuzuli meşgul olmamış, hem de öğrencilerine, öğrendiklerini başkalarına aktarma ve pratiğe dökme imkânı vererek bilgilerinin kalıcı olmasını sağlamıştır.vi 

Râzî, hastalıkların tedavisinde musikişinaslık rolünü de kullanmıştır. Bilhassa müziğin psikolojik hastalıkların tedavisinde ilmi esaslarını kuranlar arasındadır ki Et-Tıbbu’r Ruhani (Ruh Sağlığı)’ adlı eserinde melankolinin tedavisi üzerinde durmuşturvii. İslam medeniyeti döneminde psikolojik hastalıkların tedavisinde ilaç ve müzikle tedavi yöntemlerini kullanan Er-Râzî, Farabi, İbn Sina gibi Türk-İslam hekimlerinin uygulamaları gerek Selçuklu gerekse Osmanlı hekimleri tarafından tatbik edilerek 18. yüzyıla kadar geliştirilmiştirviii. Bu birikimle Amasya, Sivas, Fatih ve Edirne Darüşşifaları’nda kullanılan Klasik Türk müziğinin makamları, zaman içinde sınıflandırılmış, Râzî, Farabi, İbn-i Sina, Hasan Şuuri, Hekimbaşı Gevrekzade Hafız Hasan Efendi gibi önemli kişilerin bu konuda yazdıkları eserler günümüze kadar ulaşabilmiştirix. 

Türk-İslam alimleri içinde kimyadan tıbba, musikiden ahlaka kadar pek çok dalda çığır açmış; ilminin ve eserlerinin tesiri tüm dünyada asırlar boyu sürmüş olan Ebû Bekir er-Râzî’nin hayatına dair makalelerden derlediğimiz bu yazının, ilim yolcularına rehberlik etmesini temenni ederiz.  

Gıda Kimyageri 

Saadiyye Eryılmaz 


i KAYA, Elif. “Xvııı. Yüzyıla Ait Bir Tıp Yazması Üzerine: Terceme-i Kitâb-ı Ebûbekir Râzî.” Electronic Turkish Studies 11.21 (2016).

ii Karaman, Hüseyin. “Bir Biyografi Denemesi: Ebû Bekir Er-Râzî.” Journal of Divinity Faculty of Hitit University 3.6 (2004).

iii Tabibin Ahlâkı ve Bir Saatte Şifa Risaleleri, Müellif Ebu Bekr Muhammed bin Zekeriyya er-Râzî, Tabibin ahlâkı / takdim ve tahkik Dr. Abdu’l-Latif Muhammed el-Abd ; çeviri Hikmet Akpur, s. [11-50] — Bir saatte şifa / neşreden izzet el-Attar ; çeviri Hikmet Akpur, s. [53]-71.Merkezefendi Geleneksel Tıp Derneği, İstanbul, 2013.

iv A.g.e.

v Ersoy N. Aile Hekimliğinde Etik Eğitimi, Tıp Etiğine Giriş Ders Notları, https://studylibtr.com/doc/1040924/t%C4%B1bbi-eti%C4%9Fe-giri%C5%9F—kocaeli-%C3%BCniversitesi-t%C4%B1p-fak%C3%BCltesi, Erişim Tarihi. 27.08.20.

vi Karaman, Hüseyin. “Bir Biyografi Denemesi: Ebû Bekir Er-Râzî.” Journal of Divinity Faculty of Hitit University 3.6 (2004).

vii KARA, Sadık. “Musiki ve Tıp.” Sağlıkta Nabız Dergisi 25 (2007): 54-55.

viii SOMAKCI, Pınar. “Türklerde müzikle tedavi.” Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi 1.15 (2003): 131-140. ix Birkan, Z. Işıl. “Müzikle Tedavi, Tarihi Gelişimi Ve Uygulamaları.” Akupunktur Ankara (2014): 37.

Son yıllarda elektrikli scooterların kullanımı dünya genelinde olduğu gibi ülkemizde de hızlı bir şekilde artış göstermiştir. Saatte 25 km hıza ulaşabilen, fren yapabilen, motorlu, iki tekerli bu sessiz ulaşım araçlarının kullanımı özellikle genel araç trafiğini azaltmak ve kısa mesafelere daha hızlı ulaşım sağlamak amacıyla teşvik edilmektedir. Ancak, güvenli sürüş açısından nispeten dengesiz ve riskli olan bu araçların insan ve araç trafiği içerisinde, bu araçlara özgün tahsisi olmayan sürüş alanlarında ve güvenlik kurallarına uyulmadan kullanılması ciddi kazaları da beraberinde getirmektedir.

Açlığın bir diyet önerisi ile karşımıza çıktığı bu yıllarda aslında yüzyıllar öncesinde de bu yönde öneriler yapıldığını görüyoruz. Şöyle ki; İbni Sina ya hastalıkların en önemli nedeni sorulduğunda “Bir yediğini tam sindiremeden yeniden yemek yemek” olduğunu söylemiştir. İbni-i Haldun ise, “İnsanı açlık öldürmez, alıştığı tokluk öldürür” demiştir.

İçecekleri ele aldığımızda alkollü ve alkolsüz içecekler var. Alkollü içecekleri bu programın dışında tutuyoruz. Alkolsüz içecekleri sınıflayacak olursak: su, çay, kahve, gazlı içecekler, enerji içecekleri, süt, meyve-bitki içerikli içecekler, zenginleştirilmiş su, sporcu içecekleri var.

Ailenizden birisi Alzheimer hastası ise ve siz ona bakmak durumundaysanız öncelikle bunun bir hastalık olduğunu kabullenmeniz gerekir. Aile büyüğünüzün sergilediği davranışlar ve söylediği sözler hastalığından dolayı olduğunu unutmamalısınız.

Her geçen gün azalan sözlü iletişim yerine hastanıza gülümseyerek, dokunarak iletişim kurabilirsiniz. Tekrarlanan her soruya aynı cevabı vermeye üşenmeyin. Sözlü iletişimi kolaylaştırın. Sözsüz iletişim ve teması her geçen gün arttırın.

Alerjik Egzama olarak ta adlandırılan atopik dermatit, hastanın cildinde kızarıklık, kuruluk ve kaşıntıya neden olan bir hastalıktır. Hastalık genellikle, çocuğun yaşına göre belli cilt bölgelerini tutar. Ağır olgularda, özellikle geceleri artan kaşıntı hastaların hayat kalitesini ciddi biçimde bozabilmektedir.